13 Şubat 2012 Pazartesi

Giétroz’da bir raket macerası

13 Şubat 2012 Pazartesi - 2 yorum
Haftasonu, arkadaşlarımızla birlikte Valais kantonunda bulunan Giétroz’da bir dağ evine kalmaya gittik. Giétroz küçük bir dağ köyü. Ulaşım sırasıyla Martigny ve Finhaut üzerinden Mont Blanc Express vasıtasıyla yapılıyor. Tabii trenden indikten sonra yaklaşık olarak 35-40 dakika yürümeniz gerekiyor.



Cenevre’den Finhaut’a gitmek, seçtiğiniz trene göre 1,5 ila 2,5 saat arasında sürüyor. Tabii arada aktarma da yapmak zorundasınız.

Toplamda 2 gece 3 gün konakladık. Cumartesi günü, şansımıza havanın da rüzgarlı olmaması ve çok da serin olmamasıyla birlikte 5 kişilik raket ve 6 kişilik kayak ekibi olarak Giétroz dağlarına
tırmanmaya başladık. Böylece hayatımda ilk defa kar raketiyle trekking yapma şansına eriştim.

Aslında bu işi yaparken kendimi pek de şanslı hissetmiyordum açıkçası; çünkü yürüyüş patikası oldukça zorluydu. Genel olarak bir yol yoktu ve sürekli tırmanma halindeydik. Üstüne bir de hiç kondisyonum olmadığı düşünülünce, hayatının hemen her günü dağdan dağa atlayıp kayak yapan İsviçre’liler arasında oldukça sönük kalmış oldum. Bundan olsa gerek, yukarı tırmanma sürecinde geçen yaklaşık olarak 2,5 saat boyunca –yürüyüşün ilk 15 dakikasından sonra- sırasıyla “Acaba ne kadar yürüyeceğiz?”, “Bu yol daha ne kadar dikleşebilir?”, “Şimdi kayıp düşsem ne olur?”, “Manyak mı bu insanlar daha ne kadar tırmanacağız?!” ve “Hiç duymayacağız galiba?” düşüncelerini kafamdan geçirdim.



2,5 saat sonunda yemek için mola verdik, sonrasında yarım saat 40 dakika daha yürüyüp biz raket ekibi olarak yavaş yavaş geri dönüşe geçmeye başladık; kayak ekibiyse bir süre daha tırmanışa devam etti.

Aşağıdaki resimde kayak ekibini bir sıra halinde zirveye doğru tırmanırken görebilirsiniz.



Tırmanışa geçtiğimizde 1300 metredeydik. Dönüşe geçmeye başladığımız noktaysa 1800 küsür metreydi. Zirveye doğru yaklaşık olarak 2,3 metrelik bir kar yığının üzerindeydik ve büyük ihtimalle çevredeki küçük ağaçlar, normalde gayet yüksek olan ağaçların sadece üst kısımlarıydı. Sanırım bunu kar altında kalan evlerden de anlamak mümkün.




Dönüşümüz, çıkışımızdan daha kısa sürdü. Fakat çıkışa göre bir hayli zordu. Yaklaşık 1,5 saatte aşağı indik. Ama nasıl indik ne siz sorun ne ben söyleyeyim.

Ne hikmetse yukarı çıkarken gayet kullanışlı olan raketler, inişe geçince tabiri caizse converseden farksız kalmıştı. Bu yüzden yürümekten çok genellikle kaydım. Sürekli olarak fren yapmaktan ve düşmemek için kendimi kasmaktan aşağı indiğimde bacaklarım ve bileklerim zonkluyordu. Hatta bir ara bastığım yerin çökmesi sonucu bir ayağımın deliğe girmesiyle yaşadığım dehşet sonrasında “Sanırım hiç inemeyeceğiz”, “Acaba arama kurtarma ekiplerini mi arasak, helikopterle gelip alsalar?” gibi cümleler kafamda uçuşmaya başlamıştı. Kayakçılar bizden çok daha hızlıydı elbette ama neyse ki sonunda tek parça halinde biz de aşağı indik.

Aşağı indiğimiz (aynı zamanda yukarı çıktığımız) yol o kadar dikti ki resimlerde gözükmüyor bile.


Tabii çok abartmamak gerek, imkansız bir parkur değildi; ancak özellikle ilk defa böyle bir deneyim yaşayan biri için oldukça zorlu bir parkur olduğunu söylemekte fayda var. Zaten yanınızda bölgeyi ve kayak ve raket kullanmayı bilen birileri yoksa böyle bir işe kalkışmamak en iyisi. Dağ evine döndüğümüzde kan revan içindeydik. Üstümüzü başımızı değiştirip biraz uyukladıktan sonra akşam yemeğini beklemeye başladık. Yemekte bir klasik olan fondü vardı. Aklımızdan “yine mi fondü” diye geçirirken yemeğe haksızlıklık ettiğimizi anladık; çünkü bu fondü diğerlerinden oldukça farklıydı. Yarı peynir yarı domates sosuyla karışık olan bu çeşit, Valais kantonuna özgüymüş. Normal fondüye göre oldukça hafifti ve benim gibi domatesle arası pek iyi olmayan biri tarafından bile oldukça beğenildi.


Pazar günü ise, dönüşe geçmeden önce hemen dağ evinin yanında bulunan terk edilmiş Eden Oteli’ni ziyarete gittik. Aslında pek niyetimiz yoktu, ancak ev sahibesi görmemiz gereken bir yer olduğunu söyledi. Açıkçası otelin yıkıntılarından çok içerisindekiler ilginçti. Yaklaşık olarak 5 katlı olan otelin her katında binbir çeşit eşya vardı. Üstelik istediğinizi almak serbestti. Tabaklar, çanaklar, abajurlar, kitaplar, ansiklopediler... Hepsi de antika. Eşyaların otelden kaldığı söylendi bize; ancak büyük ihtimalle çevre evlerdeki insanların atmaktansa buraya getirip koyduğu, isteyenin istediğini alabileceği, büyük bir depo kendisi. Çünkü her parça birbirinden farklıydı, bir otel için fazla çeşitliydi.


Giétroz’dan Cenevre’ye döndüğümüzde, her ne kadar yaklaşık 900 metre aşağı inmiş olsak ve çevrede pek kar olmasa da çok daha soğuk bir hava hakimdi. Sanırım bu da Giétroz’un güneye açık olmasından kaynaklanan bir durumdu.

2 yorum: