29 Kasım 2016 Salı


Sanırım yurtdışında yaşamaya başlayan pek çok kişinin aksine benim buralara gelişim biraz isteksiz oldu. Ya da isteksiz demeyelim de, uzun süre kalmayı düşünmüyordum. Ancak şimdi bakıyorum da yurtdışına neredeyse temelli adamımı atalı tam 7 yıl olmuş.

Buralara gelmeden önce aklımda Türkiye’yi, İstanbul’u, hele hele Kadıköy’ü terk etmek yoktu. Hatta arada sırada bana “dil de biliyorsun, rahat çıkarsın yurtdışına” diyenlere asla ülkeyi terk etmeyeceğimi, şartlar ne olursa olsun İstanbul’dan başka bir yerde yaşayamayacağımı söylüyordum. Aslında şimdi de bu fikrimden çok fazla uzaklaşabilmiş değilim, ama hayat şartları artık daha kesin kararlar almam gerektiğini söylüyor. Örneğin günümüz şartlarında eşimin kendi alanında Türkiye’de çalışmasına bence olanak yok (bkz. kozmoloji) veya ilerde çoluk çocuğa karışırsak, onların alabileceği iyi bir temel eğitim bulabilecek miyiz? vb. daha bir çok soru var. Ama aslında benim bu başlığı açmamın sebebi neden Türkiye’de yaşayamayacağımız değil de, neden uzakta yaşamanın zor olduğu biraz. Özellikle de bir araştırma görevlisi ailesi olarak sürekli göçebe hayatı yaşıyorsanız. 

Yurtdışında yaşamak iyi, hoş; ancak sanırım hayatının belli bir kısmını bir yerde geçirdikten sonra yurtdışına taşınmak insanın sevdiklerinden, dostlarından ve hatta memleketinden daha bir zor ayrılmasına sebep oluyor. Düşünsenize, 20 küsur yıl bir hayat ve çevre kurmuş, farklı hayaller için yaşmışsınız ve sonra bir anda “puf!” hepsini silip yeni bir hayata adım atıyorsunuz. Ailenizi, dostlarınızı arkada bırakıp başka bir yere taşınıyorsunuz. En başta bu durum pek de büyük bir sorun yaratmasa da ilerleyen zaman, yurtdışındaki ortamında yalnız kalan bünyeyi uzun uzun düşünmeye sevk ettirebiliyor. Bir süre sonra yavaş yavaş insanların da hafızalarından silinmeye başladığınızı görüyorsunuz.

Zor arkadaşlık kuran, ya da içine kapanık biri değilimdir. Özellikle de ilk kez değişim programıyla uzun bir süreliğine adım attığım bu yabancı ortamda, ilişki kurmanın ne kadar değerli olduğunu fark ettiğimden, bir anda olmadığım kadar sosyalleştiğim de doğrudur. Ancak bir süre sonra hem yaptığım iş gereği, hem de yukarıda belirttiğim göçebe hayatı yüzünden dost bulmayı geçtim, uzun süreli arkadaşlık kurmanın bile imkânsız bir olay olduğunu görmeye başladım. Benim gibi anlatmayı ve paylaşmayı seven biri için biraz zor bir durumdu bu ve sanırım en başta farkına varmasam da, beni bu blogu açmaya iten sebeplerin başında da bu paylaşamıyor olma durumu geliyordu. Böylelikle hem ben bir şeyler yazıp, paylaşıp rahatlıyorum, hem de belki insanlara yurtdışındaki sorunlarında veya gezip görmek istedikleri yerler konusunda fikir verebiliyorum. Kısacası bir nevi terapi oluyor bu yazma işleri bana… Hatta geçenlerde bir yazımın altına yapılan yorumla bundan çok daha fazla emin oldum. Biri “tesadüfen blogunuza düştüm, arkadaşınızla konuşur gibi çok samimi bir dille yazmışsınız, böyle devam edin” yazmıştı. Demek ki gerçek ortamda yapamadığımı buradan yapabiliyorum ancak.

İşim gereği evden çalışıyorum. Aslında bu durumdan çok da şikâyetçi olduğumu söyleyemeyeceğim. Elbette serbest çalışmanın pek çok zorluğu var ama o başka başlık konusu olur. Her şeye rağmen insanın kendi zamanını ayarlayabilmesi güzel bir durum. Özellikle de benim gibi her 2-3 yılda bir oradan oraya taşınma durumunda kalan(kalacak olan) biri için aile saadeti adına çok önemli bir durum. En azından fizik camiasında şimdiye kadar evli olup da eşiyle aynı şehirde doğru düzgün yaşayabilen fizikçi görmedim desem yeri; çünkü bir araştırma görevlisinin eşi olarak, yeni bir ülkeye yerleştiğinizde kimse sizi 1-2 yıllığına iş vermek istemiyor, hele bir de AB dışından geliyorsanız vay halinize. O yüzden ya iki taraftan biri kariyerinden vaz geçmek zorunda kalmalı ya da ayrı ülkelerde bir şekilde yaşayıp gitmelisiniz. Ben bu işi yapmaya karar verdiğimde daha yurtdışına adımımı atmadığımdan hiç bu gibi göçebelik durumlarını düşünmemiştim, ancak sonunda güzel bir tesadüf oldu bizim açımızdan.

Yurtdışında yaşamanın getirdiği en büyük zorluklardan biri de, her ne kadar günümüzde mesafeler kısalmış olsa da istediğimiz her an sevdiklerimizin yanında olmamamız sanırım. Özellikle bu yıl bunu çok daha iyi anladım.

Neden bilmiyorum, temelli yurtdışında kalacağımı anladıktan sonra içimde sürekli bir “şimdi telefon çalacak ve kötü bir haber alacağım, ama uzakta olduğum için elim kolum bağlı olacak” korkusu vardı. Belki de burada fazla telefon kullanmadığımdan, çalması halinde illa kötü bir haber gelecek diye düşünüyorumdur… Ne yazık ki bu yıl korktuğum başıma geldi. Önce “babanı hastaneye kaldırıyoruz” mesajı geldi, aradan yarım saat geçmedi, annem “babanı kaybettik” diye aradı. O an kendimi öylesine çaresiz hissettim ki zargır zargır titreyip hüngür hüngür ağladığımı sanırım çok daha sonra fark ettim. Her şey o kadar ani olmuştu ki aslında, ben Türkiye’de olsam bile %99.9 ihtimalle yanlarında olamayacaktım. Ancak bu öyle bir an ki, insan sadece son anda değil, yurtdışında geçirdiği tüm zamanlar boyunca ne kadar da ailesinden uzak olduğunu düşünüp hayıflanıyor. Tek bir anı değil ama bir bütünü düşünüp daha çok üzülüyor ve kendini suçluyor.

Aslında çok değil, babam vefat etmeden sadece bir – bir buçuk ay önce İstanbul’da, yaş günü için toplandığımızda yanındakilere “bizim kızla ancak internetten konuşuyoruz, İstanbul’a gelince sürekli dışarıda, yüzünü gördüğümüz yok” diye gülerek anlatıyordu. Şimdi düşünüyorum da, iyi ki o cümleyi kurmuş. Yoksa kendimi çok daha perişan hissedebilirdim. Gerçekten de, belki biraz da buradaki sosyal ortamımın zayıflığından olsa gerek ailemle, internetten de olsa, yüz yüze çok daha fazla vakit geçirir olmuştum. Her hafta uzun uzun konuştuğumuz en az 1-2 gün oluyordu ve evet, İstanbul’a geldiğim zamanlarda oraya gideyim, buraya gideyim, şunu göreyim demekten zaten kısıtlı olan, azami 10 günlük gezilerimi de ailemin neredeyse yüzünü görmeden geçiriyordum.

Sanırım yine bir rahatlama, içini dökme yazısı kaleme almış oldum. Ben “gezi blogu” temasına uymasa da, “yurtdışında yaşam” temasına uyduğunu düşündüğümden ve genel olarak da bu anlamda yazılar yazmaya çalıştığımdan sizlerle paylaşmak istedim. Belki biraz da yurtdışında yaşamanın tamamıyla tozpembe olduğunu düşünenlere ucundan biraz dokundurmak istedim; çünkü hayat paylaşınca güzel ve paylaşacak insanlar azalınca insan gerçekten yalnızlaşıyor.


Sevgiyle…

5 yorum:

  1. Babanıza Allah rahmet eylesin. Bence en güzel yazınız bu...

    YanıtlaSil
  2. Sevgili İpek, duygulandım okurken. 2017 de yaziyorum bu yaniti. Buradan ayrilmasan da bazi şeyler buranin geçmisinde kaliyor. Özellikle su yaşananlardan sonra şehir köşe bucak hüzünlü. Iyı bir egitim arama burada. Ilgini kesmedigin surece tatli cocuklugunun güzelliklerinin ve okul yillarinin guzel diyari burasi. Sevgilerimle...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ediyorum teyzeciğim. Biraz eski diyarlar oldu ne yazık ki, hayal alemi içinde.

      Sevgiler,

      Sil
  3. Sevgili İpek, duygulandım okurken. 2017 de yaziyorum bu yaniti. Buradan ayrilmasan da bazi şeyler buranin geçmisinde kaliyor. Özellikle su yaşananlardan sonra şehir köşe bucak hüzünlü. Iyı bir egitim arama burada. Ilgini kesmedigin surece tatli cocuklugunun güzelliklerinin ve okul yillarinin guzel diyari burasi. Sevgilerimle...

    YanıtlaSil