12 Nisan 2016 Salı

Waterfront'dan Masa Dağı'na bakış
Yine uzun bir aradan sonra sonunda bilgisayar karşısına geçip bir şeyler karalamaya kalkışabildim.

Aslında birden çok şey karalamam gerekiyor o yüzden bakalım tüm yazıları nasıl bağlayacağız :)

Başlıktan da anlaşılacağı üzere sizlerle Güney Afrika, daha doğrusu Cape Town izlenimlerimi paylaşacağım. Yazıları 6 başlıkta toplamayı düşünüyorum.


  • İlki şu anda okumakta olduğunuz “Cape Town’da beni neler bekliyor” başlıklı yazı. Burada kısaca karşılaşabileceğiniz durumları ve benim bu durumlara yorumlarımı paylaşacağım.
  • İkinci yazımda “Lion’s Head’e tırmanmak”dan bahsedeceğim.
  • Üçüncü başlık “Cape Town’u nasıl verimli ve kolay bir şekilde gezersiniz” üzerine olacak. Bu yazı da Cape Town’da oldukça yaygın olan ve pek çok hatta sahip olan Hop-On Hop-Off otobüslerle nasıl gezebileceğinizi, nereleri gezebileceğinizi ve ne beklemeniz gerektiğini anlatacağım.
  • Dördüncü yazım “Cape Town’da daha gezecek çok şey var” olacak. Böylelikle tur otobüsüyle gezdiğimiz yerler dışındaki diğer noktalardan bahsetme imkânı bulacağım.
  • Beşincisi “Ümit Burnu gezisi ve Afrika Penguenleri” üzerine keyifli ama gezi sırasında kameramın sd kartını kaybettiğim için benim adıma bir o kadar da hüzünlü bir yazı olacak.
  • Ve son yazım “Cape Town’dan safariye gitmek” başlıklı olacak. Başlıktan da anlaşılacağı üzere bu yazımda, gidebileceğiniz safarilerden ve bizim katıldığımız turdan bahsedeceğim.


Umuyorum keyifle okuyacağınız yazılar olur. Yazıları yayımladıkça buraya linklerini ekleyeceğim.

Şimdi, gelelim ilk yazımıza…

Güney Afrika, özellikle de Ümit Burnu’na ev sahipliği yapmasıyla gezip görülecek yerler listemde yer alıyordu. Yine bir üniversite gezisi sayesinde bu hedefimi de gerçekleştirme olanağı buldum. Ancak şimdiden söylemeliyim ki bir derece de olsa Cape Town’da hayal kırıklığı yaşamadım değil.

Elbette Güney Afrika, özellikle de Cape Town’un Afrika kıtasının geneliyle bir alakası yok. Yani gerçek Afrika’yı görmek istiyorsanız buralara kadar uçmanıza gerek yok :) Yine de imkânınız olursa sömürge etkisinin iliklerine kadar hissedildiği bu şehri ziyaret etmekte fayda var.

İngiltere, Portekiz, Hollanda gibi pek çok ülke arasında el değiştirme şanssızlığını yaşamış olan Cape Town’da, ne yazık ki günümüzde de hâlen ayrımcılık hissediliyor. Bence bunun en büyük kanıtı internette olsun, yazılı olarak olsun, rehberlerde okuyacağınız Cape Town’daki emniyet sorunu olacaktır. Açıkçası bana gördüğüm pek çok büyük şehirden daha tehlikeli gelmedi. Elbette pek çok yerde olduğu gibi girmemeniz gereken yollar, sormamanız gereken sorular olabilir. Büyük ihtimalle ten renginiz beyazsa da dikkat çekeceksinizdir. Ancak ben –insan kendini ister istemez tedirgin hissetse de- yollarda büyük bir tehlikeyle karşılaşacağınızı düşünmüyorum. (Bu cümleyi kurmakla birlikte hemen hemen tüm vaktimizi, neredeyse tüm akşam yemeklerimizi Waterfront'da yediğimizi söylemeden edemeyeceğim. Şehrin en işlek ve turistik noktası.)

Otelimize yerleştikten sonra akşam yemeğini yemek için gittiğimiz ilk adres Waterfront oldu. Şanımıza bir de konser vardı.
Victoria & Albert alışveriş merkezi diyelim. Çok fazla insan kameraya girdiğinden fotoğrafı biraz kesmen zorunda kaldım :p
Şehrin en turistik yeri olmasına rağmen okyanus manzaranız bu kadarcık. Tekneler ve martılarla dolu bir alan.


Hmm, bakalım diğer yerler bize ne kadar uzakta...
Ara sıra açılıp kapanan ışık bir köprü vardı. Yüksek sesle anons yapılıyor açılırken, dikkat edin.
Sağdaki saat kulesinin arka kısmındaki bina Robben Island'a giden feriboların kalkış iskelesi.
Masa Dağı
Signal Hall
Cape Town’daki en büyük problem insanların hâlâ birbirleriyle kaynaşamamış olması gibi gözüktü bana. Örneğin özellikle Hollanda kökenli beyaz Güney Afrikalılar hâlen beyaz peynir gibiler. O kadar güneşte kalıp da nasıl bu kadar beyaz kalmayı başarıyorlar bilemiyorum açıkçası. Ten rengi koyu olan kısmın da ten rengi gerçekten koyu… Demek istediğim şehirde melez ırk neredeyse yok. Olanlar da ya Hint ya Malezyalı vs. 

Gruplar bile beyaz ve siyah şeklinde ayrışıyor. Örneğin çeşitli müzeleri gezerken karşılaştığımız öğrenci grupları ya da okul bahçelerinde gördüğüm öğrenciler hep ayrı ten renklerine mensuplardı. Açıkçası bu durum bana ülkenin geleceği için pek parlak gözükmedi. Nitekim biz Güney Afrika’da bulunurken Cape Town üniversitesinde çeşitli ırkçı gösteriler düzenlenmekteydi. Üzerlerinde “Beyazları öldür” yazılı tişörtler giyenler vs. varmış. Yani Mandela’nın tüm çabalarına rağmen ülkede bir karışıklık gerçekleşmesi olası gibi geldi bana.

Şehirdeki ayrımı net bir şekilde görebileceğiniz bir diğer nokta “Township” denilen bir nevi gecekondu mahalleleri. Buradaki insanlar barakalardan da beter metal yığınlarının içerisinde yaşıyorlar. Turistlerin bu bölgelere tek başlarına gitmemesi tavsiye ediliyor. İstenirse tur düzenleyen gruplar var. Bana en başta biraz ters geldi durum. Düşünsenize, bir sürü fakir insan ve onları fotoğraflamaya giden bir turist grubu… Ancak sonradan araştırdığımda pek çok kurumun bu gezilerden kazanılanları tamamıyla Townshiplere bağışladığını, bazen buralara düzenlenen geziler sırasında orada oturmakta olan insanların yaptığı el işlerini satın alabileceğinizi vs. okudum. Düşününce yardım edebilmek, Güney Afrika’daki sosyoekonomik durumu görebilmek için, özellikle bu konuyla ilgiliyseniz yararlı bir gezi olabilir gibi geldi. Yine de tercihim böyle turisttik bir etkinlikmiş gibi gözüktüğünden, gitmemek oldu. Sadece yanından arabayla geçerken birkaç tanesini fotoğrafladım.




Özellikle township ve üzün bağlarına yakın olan yerlerde bu işaretlerle çokça karşılaşacaksınız. Elbette tabelanın hemen altında satış yapan birileriyle birlikte...

Cape Town’da hoşuma gitmeyen bir başka nokta ise insanların şehri ve doğasını fazla fazla övüp, sonrasında gerçek şehirle hiçbir bağlantı kurmadan hayatlarını idame ettirmeleri oldu. Örneğin üniversiteden tanıştığımız ve uzun yıllardan beri burada oturmakta olan pek çok kişi, Cape Town’un nasıl harika bir yer olduğundan, nasıl her gün sörf yapmaya gidebileceğinizden, yemeklerin ne kadar güzel ve ucuz olduğundan bahsediyordu. Ancak sonrasında bana sanki şehrin gerçek yüzünü değil de kendi yarattıkları dünyayı yaşıyorlarmış gibi geldi. Örneğin bir akşam, önce bir şeyler içmek için şehir merkezindeki bir bara, oradan da bir lokantaya geçtik. Otelimiz biraz şehir dışında kaldığı için bara gidişimiz taksi ile oldu, sonrasında da 5-6 kişi, lokantaya gitmek üzere bir başka taksiye bindik. İşin komik tarafı taksi ile 5dk gitmeden indik ve lokantaya girdik. Dikkat çekmek istediğim nokta, normal şartlarda yürüyerek gidebileceğiniz bir mesafe için taksiye bin, taksiden in yapmanız.

Bu noktada küçük bir parantez açıp Cape Town’da yaşaya insanların aldığı güvenlik önemlerinden bahsetmek istiyorum. Bir kere her evin, özellikle de müstakilse, yüksek duvarları ve bu duvarların üzerinde de elektrikli telleri var. Aynı şey oteller için de geçerli. Yine aynı şekilde dükkânlar ve hosteller de gündüz vakti ana girişlerindeki demir parmaklıklı kapılarını kapalı tutuyorlar. Zili çalmanız ya da içeriyle seslenmeniz gerekiyor kapıyı açabilmek için. Öyle ki, ben en başta her yeri kapalı sanmıştım; oysa sadece herkesin içeriye girmesini önlemek için yaptıkları bir şeymiş.

Kısacası ben, kendi yarattığım bir dünyada kısılıp kalacağıma, elimi kolumu sallayarak gezebileceğim küçük bir kasabayı tercih ederdim sanırım. Üzerinize üzerinize gelen koca binalar da cabası. Bir İstanbul olma yolunda hızla ilerliyor gibi geldi bana Cape Town :)

Çatı barın muhteşem manzarası (!)
Neyse bu kadar içinizi kararttığım yeter :D Durumu görmek için yerinde durum tespiti yapmanız gerekli bence ;)

Genel olarak Cape Town’a giderken yanınıza almanız gereken veya almanıza ihtiyaç olmayan şeyleri sayayım ben:

YANINIZA ALMANIZ GEREKENLER YA DA GELMEDEN ÖNCE YAPMANIZ GEREKENLER
  • Adaptör. Ben ülkeye giriş yapmadan önce İstanbul’da biraz araştırayım dedim ancak pek yetkili bir yer göremedim. Herkes size İngiltere tipi adaptör vermeye çalışıyor (sonra onlar da internetten bakıp yanlışlarını anlıyorlar gerçi). Güney Afrika’nın sadece kendine ve çevresindeki birkaç ülkeye has bir adaptörü var. Genel olarak kalacağınız otelde uygun adaptörü bulabilirsiniz ancak hostel gibi yerlerde olmuyor. Biz İstanbul’da bulamadığımız için varınca almıştık bir outdoor mağazasından. 10€ gibiydi sanırım fiyatı.
  • ZAR ya da genel ismiyle Rand. Yani Güney Afrika parası… Bunu elbette ülkeye varınca da temin edebilirsiniz.

Güney Afrika paraları da insanları gibi renkli :)




  • İyi bir fotoğraf makinesi. Özellikle safariye gitmeyi düşünüyorsanız. Ancak buradaki safariler diğer Afrika ülkelerinden biraz farklı. Öyle muhteşem lenslere ihtiyacınız olmayabilir. Safari konusunda ele alacağım bu noktayı.
  • İyi ayakkabılar, yağmurluk, şapka ve güneş kremi. Özellikle tırmanış ya da yürüyüş yapmayı düşünüyorsanız iyi ayakkabılara ihtiyacınız olacak. Yağmur da her an yağabiliyor dikkat etmek gerek.

YANINIZA ALMANIZ YA DA YAPMANIZ GEREKMEYENLER
  • Vize. Sanıyorum 30 gün idi, aşmayacaksanız herhangi bir vizeye ihtiyacınız yok ülkeye girerken. Tek gerekli olan geçerli bir pasaporta sahip olmanız.
  • Aşı. Genellikle çoğu Afrika ülkesine giderken yaptırmanız gereken sarıhumma gibi aşıları Cape Town’a giderken yaptırmanıza gerek yok. Elbette sorun olmaması açısından tetanos gibi genel ve her daim gerekebilecek aşılarınızı kontrol ettirebilirsiniz.

YOLCULUK NE KADAR SÜRÜYOR?
İstanbul - Cape Town arası doğrudan uçuşlar var. Yolculuk 10 - 11 saat sürüyor. Gidişte ve dönüşte garip saatlerde yemek yemek zorunda kalabiliyorsunuz ancak biz memnun kaldık THY ile uçuşumuzdan. Amerika'ya giderken olduğu gibi yine içerisinde diş fırçası/macunu, kulak tıpası, patik vs. olan bir uçuş kiti veriyorlar. Cape Town'a inince de her yerde reklamlarıyla karşılaşıyorsunuz :p



HANGİ MEVSİMDE GİTMELİ?
Aslında her mevsim burada farklı güzel olsa gerek. Biz gittiğimizde Afrika için yaz mevsiminin sonuydu (şubat sonu, mart başı). Hava ara sıra oldukça sıcak olmasına rağmen dayanılmayacak kadar değildi. Yine de güneşe dikkat etmekte fayda var.

Eğer, sanıyorum ağustos kasım arasıydı, Güney Afrika’ya yolunuz düşerse balinaları gözlemleme olanağınız oluyormuş. Biz de sanıyorum bir ikisiyle karşılaştık tesadüfen mevsimi olmamasına rağmen, ancak uzaktan geçtikleri için fotoğraflayamadık. Robben Island’a giderken gözünüzü dört açın ;)

ŞEHİR İÇİ ULAŞIM
Bir turist olarak Cape Town’u gezmeniz için –özellikle de zamanınız kısıtlıysa- en iyi yol Hop-On Hop-Off tur otobüslerine binmek. Ben fark etmemiştim, Türkçe dil seçenekleri de mevcutmuş dinlemek için. Bu otobüslerin yaklaşık olarak 4-5 parkuru vardı. Sırf bir tanesinde 1 gün rahatlıkla geçirebilirsiniz. Özellikle de durduğu yerlerde inip gezmek isterseniz. Ücretleri de makuldü. 

Bir diğer ekonomik ve eğlenceli seçenek araba kiralamak. Gerçi park ve trafik şehir içinde biraz sıkıntı yaratabilir ancak özellikle şehir dışına, Ümit Burnuna, Safari alanlarına vs. gitmek için kullanabilirsiniz. Güney Afrika’daki tek problem trafik akışının soldan olması. Ancak yollar inanılmaz güzeldi, kaymak gibi. Eğer kendinize güveniyorsanız ve yanınızda size yardımcı olabilecek bir kişi daha varsa kesin araba kiralayın derim. Çok daha ekonomik bir tatil geçirmiş olursunuz. Benzin genel olarak ucuz gibiydi. Yavaş kullanmak için sol şeritten gitmeyi unutmayın. Özellikle sola, sağa dönüşlerde insanın aklı biraz karışıyor. Sağa dönerken açıktan, sola dönerken de içeriden dönmeyi unutmayın :p

Şehir içi ulaşımda son seçenek ise Taksi seçeneği. En başta oldukça ekonomik gözükse de çok kullanırsanız biraz pahalı olduğunu fark edeceksiniz. Ayrıca çoğu zaman kazıklamaya çalışıyorlar dikkat edin. Eğer telefonunuzda internet varsa (özellikle birkaç hafta kalacaksanız en iyisi bir yerlerden bir hat bulmak. Ancak hat almak biraz karmaşık. Pek çok soru soruyorlar. Pasaport fotokopisi ve kaldığınız otelden fiş getirmenizi isteyebiliyorlar. Ancak pes etmeyin. Merkezdeki Albert&Victoria Mall / Alışveriş merkezindeki cep telefonu dükkânları turlamak en iyisi. Sonunda pasaport fotokopimizi bile vermeden işi hallettik. Aldığımız dükkânın ismini unuttum gerçi, clear gibi bir şeydi.) en iyisi Uber’e kaydolup oradan taksi çağırmak. Hem daha ekonomik, hem bahşiş vermek zorunda kalmıyorsunuz, hem de kredi kartınızdan çekileceği için nakitle uğraşmıyorsunuz(taksilerdeki en büyük problem bu. Para üstü yok deyip kalanı vermiyorlar vs.). En iyisi gibi geldi bize. Yine de dediğim gibi, çok kullanınca pahalı olduğu anlaşılıyor :)

YEMEK – İÇMEK
Cape Town gerçekten de büyük bir şehir olmasına rağmen, oldukça lüks lokantalarda et balık demeden pek çok şeyi uygun fiyatlara tüketebiliyorsunuz. Yine de Türkiye’den geleneler için çok da ekonomik olmayabilir. Örneğin 5 euro’ya kocaman et yiyebiliyorsunuz (tabii daha ucuzu da bulunur, bu lüks restoran sınıfındaki bir yerdeki fiyat). Ancak “20lira versem Türkiye’de de yerim ki” diyebilirsiniz, haklısınız :) 

Güney Afrika’ya kadar gelmişken çeşitli antilopların ve devekuşunun tadına bakabilirsiniz. Biz antilop etinin tadını kırmızı etten pek ayıramadık. Devekuşu biraz ekşiydi.

Eğer şarap seviyorsanız Cape Town ve çevresinde pek çok bağ var. Tur düzenleyen şirketler de var tadım günleri için, onlardan birine katılabilirsiniz. Hop-On Hop-Off otobüslerle de gidebiliyorsunuz.

Bu arada bir not: Musluk suyu içilebilir diyorlar, ancak bize tadı İstanbul’un suyundan hallice geldi. Ara sıra içtik, hastalanmış değiliz; ancak belki riske atmak istemeyebilirsiniz.

TURLAR
Cape Town ve çevresini gezmek için katılabileceğiniz pek çok tur var. Özellikle Garden Route denilen güney doğu sahil kesimine yapıla 4-5 günlük turlar oldukça ilgi çekiciydi. Ancak ne yazık ki ne vaktimiz ne de verebilecek paramız vardı, çünkü ülke ekonomisiyle oldukça ters orantılı olarak turlar inanılmaz pahalı. Örneğin 4 gün 3 gece bir Garden Route turu yaklaşık 500 dolar mıydı Euro muydu neydi kişi başı. Bana fazla fazla abartı geldi. Üstelik her şey de dâhil değil. Eğer imkânınız olursa araba kiralayıp kendinizin gezmesi en iyi seçenek, ancak unutmayın, trafik yönü soldan ve şehirlerarası mesafeler harita üzerinde gözüktüğünden çok daha uzun :)

Ve son olarak gelelim HARCAMALAR kısmına.
Genel olarak günlük harcamalarınızın 2 kişi için nasıl şekillenebileceğini göstermeye çalışacağım:
  • Yemek içmek: 2 öğün (kahvaltı genellikle otel ücretinin içinde oluyor hostelde değilseniz): 300 ZAR
  • Gecelik otel: 30€ (gideceğiniz döneme göre fiyatlar değişebilir. Örneğin biz gittiğimizde önemli bir bisiklet turu vardı ve tüm oteller doluydu, fiyatlarda artmıştı. 30’dan fazlaya da kaldığımız oldu ama daha normal bir zamanda 30’dan ucuza da rahatlıkla bulunmalı bence)
  • Ulaşım: Günde 4 kez Uber’e binildiği düşünülürse: 250 ZAR
  • Ek harcamalar (müze, dondurma, su, hediyelik vs.): 250 ZAR
  • Toplam: 800ZAR + 25€ = ~234 Türk Lirası (2 kişi için günlük).
Elbette araba kiralamak, turlara katılmak vs. bu harcamaları arttıracaktır. Ya da hostelde kalırsanız, daha ucuz bir lokantada yerseniz günlük olarak verdiğim bu hesap da rahatlıkla düşecektir. Özellikle otel fiyatları Euro/Dolar üzerinden hesaplanabildiğinden 10 Euro daha ucuza bir oda bulsanız neredeyse 40 lira tasarruf edersiniz. En azından günümüz şartlarındaki Euro / Türk Lirası dengesi böyle devam ederse :)

Umarım yardımcı olabilmişimdir. Şimdiden iyi eğlenceler :)

0 yorum:

Yorum Gönder