18 Temmuz 2014 Cuma


Almanya’daki dördüncü durağımız Bonn idi.

Almanya’nın en eski yerleşim yerleri arasında bulunan Bonn, aynı zamanda eski başkentlerden. Bunun da getirdiği bir şey olsa gerek, şehir de bir ağırlık hakimdi. Gerçi bizim Ankara kadar kapalı ve basık gelmedi bana, ancak devlet eli değdiği biraz belli oluyor. Neyse ki şehrin içinden geçen Ren Nehri insanı biraz kendine getiriyor.

Heidelberg’den Bonn’a olan tren yolculuğumuz yaklaşık olarak 3 saat sürdü. Yolculuğun özellikle son 1 saatlik kısmını Ren Nehri kıyısında geçiriyorsunuz. Bu süre zarfında şirin şirin kasabalar görmek mümkün, bir nevi vadinin içerisinde akıyor nehir.


Her ne kadar bana pek geniş gelmese de ticaret açısından oldukça büyük bir öneme sahip olduğunu düşünüyorum Ren Nehrini’nin. Zaten bunu da her dakika başı ağzına kadar yükle oradan oraya giden uzun nehir teknelerinin çokluğundan anlamak mümkün. 



Ne yazık ki Bonn’a vardığımızda hava biraz kapalıydı. Geceyi bir arkadaşımızın evinde geçireceğimizden öncelikle ona uğrayıp çantalarımızı bıraktık. Arından da şehrin merkezine geri dönmek için nehrin iki kıyısını birbirine bağlayan küçük teknelerden birine bindik. Aslında çok da şart değil bu tekneleri kullanmak, ancak neymiş ne değilmiş diye bir iki kereliğine binmek fena fikir değil. İki kıyı arasında yolculuğunuz alt tarafı 3 dakika falan sürüyor, zaten 0,5eurodan daha az bir ücreti olması lazım geçisin, ancak teknenin kalkması için en az 15 dakika beklemek zorunda kalabilirsiniz.



Tekneden indikten sonra ilk durağımız olan turist bürosuna ulaşmak için yürümeye başladık. Bu sırada da şehrin merkezinden geçme fırsatını yakaladık. Doğal olarak Üniversite binasının da. Binanın önündeki yeşillik alanda genellikle insanların oturup dinlendiğini duymuştum, ancak biz gittiğimizde hem hava yağışlı olduğundan, hem de kocaman bir tente kurulduğundan çimenlerin üzerinde kimsecikler yoktu. 

Üniversitenin avlusundan geçtik, ancak binaların içerisine girmedik. Zaten girmek yasak da olabilir bilmiyorum. Bana biraz Galatarasay Lisesi’nin binaları gibi bir havası var gibi geldi. Nitekim eski baronların kullandığı bir binaymış bu üniversite binası ancak öyle abartılacak kadar bir güzelliğini de göremedim. Bilemiyorum tabii içini.

Üniversite binası
Şehrin her yerinde Romalılardan kalma bir şeylere rastlamak mümkün
Turist bürosuna varıp 0,5 euroya bir şehir planı satın aldıktan sonra, hava da yağmurlu olduğu için şu iki katlı otobüslerden birine binmeye karar verdik. Ancak cumartesi günün ve havanın hikmeti olsa gerek, tüm otobüsler doldu dediler. Bunun üzerine mecbur yürümeye karar verdik.

Öncelikle büronun karşısında bulunan bir büfeden atıştırmalık açma-poğaça vari bir şeyler aldık. Fena değillerdi. Gücümüzü topladıktan sonra da ilk durağımız Beethoven-Haus (Beethoven’ın doğduğu ev) oldu. Evin önünde herkes fotoğraf çekiyor, fakat kimse girmeye yanaşmıyordu. “Kapalı mı acaba?” diye düşünerek saatleri gösteren panoya yaklaştık. Açık olması gerekiyordu. Kapıyı biraz zorlayıp içeri girmeye yeltenince muazzam bir kalabalığın kapıyı tıkadığını gördük. Bunun üzerine biz de içeri girmekten vaz geçip önce dışarıdan fotoğraf çektik, sonra da hemen yan binada bulunan hediyelik eşyacısına uğradık ne var ne yok diye. O arada gördük ki, hediyelik eşyacıdan da eve bir geçiş var, ancak içerisi hem çok havasız, hem de tıka basa dolu olduğu için içeri girmekten hepten vazgeçtik.

Sonuç olarak biz de sadece dışarıdan fotoğrafını çektik evin
İkinci durağımız Arithmeum idi. Arithmeum bir matematik müzesi. En başta gözünüze sıkıcı gözükebilir, ancak biz içeride çok eğlendik. Hem fazla gezen olmadığı için rahattık, hem de çeşitli aletleri kullanabildiğiniz için eğlenceli bir ortam yaratmışlardı. Örneğin eski abaküsler, hesap makinası olabileceğine inanamadığınız büyüklükteki tahtalar, eski yazar kasalar, hemen her birinden bir örnek denemek mümkündü.

İnkalar'ın iplere düğüm atarak hesap yaptığını biliyor muydunuz? 

Açıkçası ben de en ortada duran abaküsün mantığını pek anlayamadım. Eğer üzerinde hesap makinası varsa, neden bir de abaküse ihtiyaç duyalım ki?:)

Eski tip yazar kasalardan biri. Kullanmak serbest, ama dikkat, çok ses çıkartıyorlar :)
Özellikle çocuklu ailelerin, biraz da matematiğe ilgiyi arttırmak amacıyla gidip görebileceğini düşünüyorum. Dışarıdan pek büyük gözükmese de 4-5 katlı bir bina, her katta da bir sürü şey var inceleyecek. Giriş ücreti indirimli (öğrenci vs) 2euro, tam 3 euro idi.


Bu arada Arithmeum’a giderek yolda Haribo’nun satış mağazasına da uğramadan edemedik. Yetişkin olmamıza rağmen “aa şu şekere bak” “aa bunu da biliyorum ki” diye yarım saat geçirdik içeride, sonunda da ufak bir iki bir şey alıp çıktık. Dilerseniz Beethoven şeklindeki jelibonlardan da almak mümkün.



Üçüncü durağımız ise Haus der Geschichte idi. Almanya’nın tarihini anlatan bu müzeye giriş ücretsizdi. Tek problem her açıklamanın sadece Almanca yazılmış olmasıydı, o yüzden biraz sıkıldığımızı itiraf etmeliyim. Benzer bir müzeyi Berlin’de de görmüştüm. Açıkçası hoş, çevrede pek çok görsel var, ancak açıklamaların İngilizce’ye çevrilmemiş olması yazık olmuş diye düşünüyorum. 

Müzenin giriş kısmından bir kare

İçeride eskilere ithafen yapılmış bir sinema salonu da mevcut. Tabii sadece kısa bir kaç film göstermek için ufak bir bölüm.


Sinema gibi, bar da mevcuttu

Çiçek çocuklara değinmeden olmazdı

Bu da karavanın içi

Açıkçası bazı bölümler bana fazla Amerikan vari geldi. Sanırım Amerika tarihi üzerine bir müzeye girseydik de bu eşyalarla karşılaşırdık
Bu da Türkiye'den gelecek işçileri teşvik etmek için hazırlanmış Türkçe bir afiş. 
Eğer Haus der Geschicte‘e şehir merkezinden yürümek istiyorsanız size tavsiyem otobüse vs binmeniz; çünkü harita üzerinde yakın gibiydi ancak sanıyorum biz bi‘ 45 dakika kadar yürüdük. Yalnız otobüs saatlerin de dikkat etmek lazım, çünkü pek sık değillerdi. Ya da bizim şansımıza öyle denk geldi dönüşte.

Şehir merkezindeki Beethoven'in heykeli. En azından ben o diye çektim :)

Yine de Arithmetium ve tarih müzesi arasındaki sokaklar pek hoşumuza gitti. Yürümek de güzel bir seçenek olabilir.
Stuttgart gibi burada da dönen Mercedes simgeleri binaları süslüyordu.
Tüm bunlara ek olarak şehirde gezmeyi düşündüğümüz bir de botanik bahçesi vardı, ancak yağışlı hava ve vaktin kısıtlı olması o planımızı atlattı.

Genel olarak bana 1 tam gün Bonn’u gezmek için yeterli geldi. Belki çevresinde gezmeyi düşündüğünüz başka yerler varsa bir iki gün daha ekleyebilirsiniz gezinize. Örneğin hemen komşu şehir olarak Köln var. Nitekim orası hakkında izlenimlerimi de bir sonraki yazımda aktaracağım. Ancak bilgi vermek açısından Köln - Bonn arası trenle yaklaşık olarak 25 dakika sürüyor. Biz gelişimizi Bonn’a, dönüşümüzü de Köln’den yaptık. İki şehirden de Heidelberg’e direkt tren bulmak mümkün. Hızlı davranırsanız 19euroluk biletlerden bulabilirsiniz. Hatta belki daha ucuzları da vardır. Biz Heidelberg-Bonn biletini 10 gün kadar önce almıştık.

Umarım sizin geziniz sırasında hava yağışlı olmaz. Şimdiden iyi eğlenceler :)

0 yorum:

Yorum Gönder