8 Ocakta Saygon’a geçtiğimizde, her ne
kadar güneş olmasa bile hava oldukça sıcak ve nemliydi. Siem Reap’dan gelen
uçağımız öğle saatlerinde havalimanına inmişti. Hoi An’dayken yaptırdığımız
rezervasyon sonucu Sinhtoutist’den biri gelip bizi karşıladı, böylece büronun
Saygon’daki merkezlerinden birine vardık. Şehre varmadan hangi otelde
kalacağımızı kararlaştırmadığımız için böyle bir yönteme başvurmuştuk.
Rehberde, Sinhtourist çevresinde pek otel gördüğümüz için en mantıklısının bu
olacağına, gidip görüp otel beğenebileceğimize karar verdik. Nitekim bu amaçla
arabayı terk eder etmez pek çok kişi ‘otel otel’ diye bağırarak yanımıza
yaklaştı. Zar zor aralarından sıyrılıp bi yandan yolda ilerlemeye çalışıyor,
diğer yandan da numaraları anlamaya gayret ediyorduk; fakat bu üzerimize
çullanan ekipten bir kadın vardı ki bütün yol boyunca peşimizi bırakmadı.
Sonunda fark ettik ki kadının bütün çırpınışı rehberde bulunan kendi otelinin
adını bize göstermekti. Şans eseri biz de o otele gitmek istiyorduk; böylelikle
bize yolu gösterecek birini bulmuş olduk. İyi ki de bulmuşuz yoksa daracık ve
birbirine benzeyen, numarasız sokaklarda orayı nasıl bulacaktık hiç fikrim yok.
Geceliği 15 dolar gibi bir fiyata klimalı,
pencereli, sıcak suyu olan, temiz ve genişce bir odada kaldık. Otele girerken
kapıda ayakkabılarınızı çıkartıyorsunuz, biz hep girişte bıraktık çalan olmadı.
Ev sahibi ingilizce konuşamıyor, ancak genel olarak anlaşabiliyorsunuz. Problem
yaşamadık biz. Hatta bizim için son gün taksi çağrılmasını bile sağladık.
Adres: 217/51 De Tham (Yanlış hatırlamıyorsam SinhTourist bürosunun sol karşısı gibi kalan bir aralıktan içeri giriyorsunuz, hemen yol ayrımı olacak sağdan devam edeceksiniz, sonra da ilk sola sapacaksınız. Saptığınız aralığın sonuna doğru sağda açık mavi demir kapılı bir yer burası).
İlk günü çevrede biraz gezinerek geçirdik.
Kesinlikle Saygon’un diğer bütün Vietnam şehirlerinden çok daha farklı bir yer
olduğunu söyleyebilirim. Daha bi’ ne bileyim, henüz görmedim ama Bangkok havası
falan var. Her yerde yüksek binalar, çok katlı alışveriş merkezleri,
gökdelenler ve marka dükkanlar var (starbucktan tut, kfc, pizzahut’a herşey
vardı. McDonald’s hariç. Lafı gelmişken, geçen gün gazetede okudum, o da bu ay
açılıyordu). Bağdat caddesi havasında olan iki büyük caddesi var. Ancak bu
caddeler bana biraz şehrin genel havasından kopuk geldi. Fazla kolonici
duruyor.
Tabii ki trafikten bahsetmeden olmaz. En iyisi ben susayım video konuşsun :)
Her ne kadar diğer şehirlere göre daha
kalabalık ve gösterişli olsa da bana alışveriş yapmak için fiyatlar uygun
geldi. Üstelik kuzeyden gelirken rastladığımız, aman sonra alırız şimdi nasıl
taşıyacağız dediğimiz hemen herşey vardı.
Parklarda İstanbul’daki gibi (ben sadece
İst.’de gördüğüm için söylüyorum yoksa herhalde Türkiye’nin başka şehirlerinde
de vardır) spor yapacak aletler bulunuyor. Ayrıca müzik eşliğinde step ve yoga
yapan büyük kitleler görmek mümkün.
Ne yazık ki şehirde hayatkadınlığı çok
fazla. Hemen her kafede hayatkadınları ile takılan pek çok yabancı görmek
mümkün, büyük çoğunluk da oldukça yaşlı. Bana bayağı sıkıcı ve üzücü geldi bu durum.
|
Ilk gün gezdiğimiz Hint Pagodasından iki kare |
İkinci gün Sinhtourist vasıtasıyla Cao Dai
Tapınağı ve Cu Chi Tünelleri’ni gezmeye gittik. Yarım günden biraz fazla süren
bu gezinin yarısı bizi oldukça hayalkırıklığına uğrattı. Cao Dai Tapınağı,
kimseye saygısızlık etmek istemem ancak tam anlamıyla bir komedi. 1926’da
resmen Vietnam’ın güneyinde kurulmuş olan bu inanç, hemen her dinden birşey
aşırmış ve 1885’de ölmüş olmasına rağmen Victor Hugo’nun ve daha pek çok
kişinin bu inancın kurucusu olduğuna inanıyorlar. Pek nasıl oluyor da Victor
Hugo Kaodaist oluyor, efenim bu Kaodaistler Hugo’nun ruhu ile iletişime
geçiyorlar ve böylelikle onun özünde bir Kaodaist olduğunu itiraf ettiğini ve
dini kurmakta yardımcı olduğunu söylüyorlar. Peki diğer ünlü Kaodaistler
kimler: Buddha, İsa, Hz. Muhammed ve Shakespeare, Jeanne d’Arc ve Napolyon.
Peki bu vatandaşların Kaodaist olduklarından haberleri var mı? Bence hiç
haberleri yok.
|
Bu fotoğrafta da gördüğünüz üzere sayın Hugo ve diğer iki kurucu olan Sun Yat-sen ve Nguyễn Bỉnh Khiêm ile birlikte |
Neyse işin özetine gelince, 9’u sabahı
erkenden yola koyulup 3 saatlik bir yolculuk sonunda Cao Dai Tapınağına vardık.
Yaklaşık olarak 15 dakikalık törenlerini izledikten sonra (ki ben ve eşim
törenin başında içerideki turist kalabalığından boğulup dışarı çıkıp çevredeki
maymunları izlemeye başladık) minibüsümüze binip 2 saat mesafedeki tünellere
geçtik.
İşin kötüsü biz tapınaklar ve tünelin
arası çok yakın zannettiğimiz için bu turu seçmiştik. Ancak tüneller Saygon'a
yaklaşık 1 - 1,5 saatlik mesafedeyken tapınak 3 saat mesafedeydi. 15 dakika
için gidip de o garip tapınağı göremeye gerek olduğunu sanmıyorum. Tabii bu
kendi fikrim :)
Gelelim tünellere. Cu Chi Tünelleri
gerçekten de görmeniz gereken bir nokta. Bu insanlar bu tünelleri nasıl kazmış,
içerlerinde bu kadar yıl nasıl yaşamışlar diyeceksiniz. Gezinin bir kısmında
tünellere de gireceksiniz. Eğer gerçekten çok ama çok klastrafobikseniz
girmemenizi öneririm. Aşağısı hem çok dar hem de çok nemli. Ben dizlerim
üzerinde sürünmek zorunda kaldım ve kısmen klastrafobik biri olarak tam
“imdaatt yeter artıkkk!” diye bağırmayı düşündüğüm bir sırada tünel gezisi
bitti ve açık havaya çıktık. Aslında içeride (girişten çıkışa kadar) en fazla 5
dakika kalınıyordur, hatta belki daha az, ancak aşağıdaki atmosfer gerçekten
nefes kesici :D
|
Tünellere girmeden önce uzun uzadıya tünellerin yapısı hakkında bilgilendirilecek ve bir de video izleyeceksiniz. Tüneller üç kattan oluşuyormuş ve en alt kat oldukça darmış. Hatta o kadar darmış ki eğer hamile bir kadın girerse sıkışıp kalabiliyormuş. |
|
Girişte bulunan bu çukura girip fotoğraf çektirebiliyorsunuz. |
|
Bu en geniş girişlerden biriymiş. Bana oldukça dar geldi. |
|
Ve işte 2-3 dakikalığına içinde kalacağınız tünelin girişi. |
|
Tünellerden sonra Vietcongların geleneksel yemeği olan (ya da yedikleri tek yemek mi demeli) tapiocayı biraz çay ile birlikte tatma imkanı bulacaksınız. |
|
Bu gördüğünüz delikten dışarı çıkan buhar aşağıda pişirilen yemeklerin buharı. Bu buharın Amerikan askerleri tarafından görülmemesi için ya sabah çok erken saatlerde ya da akşamüzeri yemek pişiriliyormuş, çünkü bu saatlerde çevrede yoğun bir sis oluyormuş. |
Dilerseniz
savaşta kullanılan silahlarla atış da yapabiliyorsunuz.
Tünellerden sonra bir noktada durup yemek yedik, ardından
da bizi ofisin bulunduğu yere bıraktılar.
Mekong Deltası
10 ve 11 ocağı Mekong Deltası’nda
geçirdik. Yine aynı şirket vasıtasıyla turda yer ayırtmıştık, kişi başı 50
dolar gibi bir fiyat ödedik. Sabah 7,5 gibi bindiğimiz otobüsümüz öğleye doğru
Ben Tre’ye vardı. Öncelikle deltada ufak bir motor gezisi yaptık. Mekong’un
kollarının birinde küçük bir köyde mola verip önce arı üretimi ve yenilebilir
polenler hakkında bilgi edindikten sonra çay ve yerel meyveler eşliğinde yerel
müzikleri dinledik.
|
Bu gemiler bu kadar yükü nasıl kaldırıyor hiç bilmiyorum |
|
Hindistancevizleri |
|
öndeki kahverengi meyve longan ya da bir diğer adıyla ejderha gözü |
|
Rambutan |
Sonrasında motorumuza atlayıp başka bir
noktada durduk. Bu sefer de bölgedeki hindistancevizi üretimi ve
hindistancevizinden elde edilenleri gözlemlere şansımız oldu. Hakikaten de pek
çok şey için kullanıyorlar bu meyveyi. Kabuğundaki tüyleri dokuyup paspas
yapıyorlar, kabuklarını yakacak olarak kullanıyorlar, içerisindeki beyaz
kısımdan şekerleme yapıyorlar ve suyunu şişeleyip satıyorlar.
|
Hindistancevizleri |
|
Hindistancevizinden yapılan paspas |
|
Şekerlemelerin hazırlanma aşaması |
|
Bu da bizim motor |
Bu noktayı önce Vietnam tipi tuktuklarla,
ardından sandallarla terk edip yemek yiyeceğimiz bölgeye geldik. Yemek açık
büfe değildi, ancak oldukça boldu. Sebze çorbası, balık ve nam başlıca
yemeklerdi. Yemek gezi fiyatına dahil, ancak ekstra birşeyler içerseniz
parasını ödüyorsunuz.
Yemekten sonra tekrar motora atlayıp
yerleşmek üzere otelimize geçtik. Otel dört yıldızlı ve havuzlu bir otel.
Oldukça memnun kaldık. Akşam yemeğine kadar 2 saatlik boş vaktimiz vardı, biz
de yüzerek değerlendirdik. Akşam yemeği de yine öğlenki sistemdeydi. Yemekten
sonra ise isteyenleri hazırlanan otobüsle Can Tho’nun merkezine götürdüler.
Akşam kurulan nightmarketi ziyaret edip çevrede ufak bir tur atabilecek kadar
vaktiniz oluyor. Ardından aynı otobüs sizi bıraktığı yerden geri alıp otele
götürecek.
İkinci gün sabah erkenden kalkıp önce açık
büfe kahvaltıya, ardından da Cai Rang’da kurulan yüzen marketi ziyaret etmeğe
gittik. Bir ara içinde bulunduğumuz motorun çevredeki kayıkların istilasına
uğraması üzerine (bildiğin motora çengel atıp birşeyler satmaya
çalışıyorlardı), ‘Mekong’un dibini boylayacağız bunlar böyle giderse’ diye
düşündüm. Neyse ki tek parça halinde, herhangi bir kaza geçirmeden pazarı
turladık. Pazarda genellikle patates soğan satıldığından pek turistlere hitap
eden, alabileceğin birşey yok. Ancak görmeye değer.
|
Siz sandaldayken yanınızdaki sandaldan üzerinize bir hayvancağızın atlama ihtimali oldukça kuvvetli bakınız horoz |
|
bakınız 2 - Köpek :) |
|
Kanalın ortasında yüzer benzinlik bile vardı |
|
Hangi gemide ne satıldığını anlamak için kamışlarda asılı duran meyve ve sebzelere bakmanız yeterli |
|
Patates soğan :) |
Marketten sonra, yine motor vasıtasıyla,
yerel meyveleri tanıtmak ve tattırmak üzere bizi bir bağa götürdüler.
|
Bahçede yeni açmakta olan |
|
Papaya |
|
Jackfruit veya druian hangisi hangisi anlayamadım ben farkını ama bır gerçek var hangisi kafanıza düşse öldürür bence. Hatta nasıl olmuş da bu koca meyve ağaçta yetişmiş anlayamadım ben. |
|
Jackfruit veya druian hangisi hangisi anlayamadım ben farkını ama bır gerçek var hangisi kafanıza düşse öldürür bence. Hatta nasıl olmuş da bu koca meyve ağaçta yetişmiş anlayamadım ben. |
|
water apple |
|
Longan |
|
Ananas bitkisi |
|
Bunlar da tadımlık |
Bağdan sonra, bu sefer motorla otele geri
döndük ve öğle yemeğimizi otelde yedik (bu yemek tur fiyatına dahil değil,
ancak otelin fiyatları çok makuldü, korkacak birşey yok).
|
Motorla otele doğru giderken. Tam minibüsçü havası vardı kaptanda :D |
|
Çaylı buz :D |
|
Otelimizin lokantası Mekong kıyısındaydı |
|
Burası da otelin bahçesi ve lokanta kısmı |
|
Biz otelden ayrılırken bir düğün organizasyonu vardı. Aynen bizdeki düğün konsepti. Süslemeler, müzik, kapıya gelin ve damadın fotoğrafının konulması :) |
Yemekten sonra Saygon’a dönmek üzere
otobüsteki yerimizi aldık. Yol boyunca iki mola veriliyor. İlki Vinh Long’da,
dilerseniz kurulan pazarı gezebiliyorsunuz, diğeri de yol üzerindeki bir
dinlenme tesisinde.
|
Mekong Deltası'nın pek çok kolu var, fotoğrafta ise en geniş kollarından birini görüyorsunuz |
Saygon’a döndüğümüzde geceyi yine ilk gece
geçirdiğimiz otelde geçirdik.
12 ocağı Saygon’da turlayıp savaş müzesini
ve postaneyi gezerek, biraz da alışveriş yaparak geçirdik.
Müze gerçekten de etkileyiciydi. Özellikle
fotoğraflar gerçekten çok acı. Sergi salonlarından birinde atılan kimyasallar
sonucu mutasyona uğramış şekilde doğan ve çoğu hayata tutunamayarak ölen
çocukların, bebeklerin fotoğrafları vardı. En güncel fotoğraf 2008 yılına
aitti, ancak günümüzde de bu mutasyonun etkilerinin devam ettiğini sokakta
yürüyen insanlara bakarak bile görebilirsiniz. Gerçekten çok ama çok acı bir
durum.
|
Müzenin giriş katında Vietnam savaşı hakkında çeşitli ülkelerde çıkan gazete küpürleri ve afişler vardı |
|
Müzenin bahçesinde sergilenen pek çok savaş uçağı, tank vb. çeşitli filmlerde kullanılmış |
Saygon’daki büyük postaneyi ve postanenin
karşısındaki kiliseyi Fransızlar yaptırmış. Nitekim ikisinde de Fransız
etkileri gözüküyor.
|
Kilise |
|
Gara benzediğine bakmayın, burası postane :) |
|
Telefon klübeleri |
|
Girer girmez karşısınızda Ho Chi Minh'in kocaman bir portresini göreceksiniz |
|
Duvarlardan birinde şehrin haritası çizili |
|
Opera binasında da yine Fransız etkileri gözüküyor |
Vaktimiz olduğu ve Saygon'u tepeden görmek istediğimiz için Bitexco gökdeleninin tepesine çıktık. Yukarı çıkıp inmek kişi başı 10dolar. 41. kata kadar çıkıyorsunuz ve 360 derece her noktayı görme imkanınız oluyor.
|
Bitexo |
|
Şehir uzayıip gidiyor |
Gökdelenden indikten sonra biraz çevrede dolandık
|
Şehrin camii |
|
Gerçek değillerdi ama oldukça şirindi etrafı süslemek için kullanılan çiçekler |
Saygon’daki ve doğal olarak Vietnam’daki
son günümüzü ise, uçağımız gece 11’de olduğu için Saygon hayvanatbahçesinde
geçirdik. En başta sakin görünen bu yerin çok geçmeden pek çok hayvan ve bitki
barındırdığını gördük. Sanıyorum içeride 3,5 saat geçirdik, ancak ona rağmen
her noktasını gezemedik.
|
Botanik alanlarından biri |
|
Bu timsahlar o kadar hareketsiz duruyordu ki uzun süre gerçek olup olmadıkları konusunda şüphelerimiz oldu. Ancak fazlasıyla gerçek olduklarına emin olabilirsiniz :) |
|
Hayvanatbahçesinin park alanı :) |
Hayvanatbahçesinden sonra otelimize dönüp,
ayarlanan taksi ile havalimanına gittik. Yolculuk yaklaşık 30 - 40 dakika
sürdü, ancak trafiğe yakalanma riskiniz hep var, ona göre çıkın otelden. Saygon’dan uçağa binerken Paris’in aksine
hiçbir sorunla karşılaşmadık, hatta uçağımız rötar bile yapmadı. Özellikle
denizin üzerinden geçtiğimiz noktalarda biraz sallantılı bir yolculuk geçirmiş
olsak da yemekler güzeldi ve rahat bir uçuş oldu. Sabah erkenden de Paris’e
indik.
Ancak Paris havalimanında yine bir
problemle karşılaştık. Bu sefer de iki terminal arasındaki geçiş noktasında,
tam da trene inen basamakların orada şüpheli bir çanta bulunmuştu. Polis,
mecburen insanları durduruyordu. Sanıyorum 20 dakika kadar da orada bekledik.
Neyse ki başka büyük bir problem daha yaşamadan otele vardık.
Umarım keyifle geçireceğiniz
yolculuğunuzda bir nebze yardımcı olabilmişimdir. Aşağıya Saygon’da yemek yediğimiz yerlerin adreslerini veriyorum. İyi yolculuklar ve iyi eğlenceler :)
{ Bütçe planlamanızda yardımcı olması amacıyla hazırladığım 21 günlük harcama listesini görmek için lütfen tıklayın. }
Tatlı ve dondurma ihtiyacımızı Fanny'de giderdik (adress: 29-31, Ton That Thiep). Sempatik, klimalı, kaliteli bir yer.
Barbecue Garden. Oldukça hoş bir mekandı. Ancak biraz pahalı. En azından verdikleri fiyatlar için fazla et vs. gelmiyor. Yine de denenebilir. Lokantanın ismine tıklayarak adreslerine ulaşabilirsiniz.
|
Hemen masanızın ortasındaki mangallarda sebze ve etleri pişiriyorsunuz. |
Thanh Binh (Adres: 140, Le Thanh Ton / Hemen Ben Thanh yani market alanının karşısı gibi kalıyor). Yerel lezzetler denemek için ideal. Fiyatlar uygun. Ayrıca bakkal gibi bir havası var, yani yiyecek şeyler de satın alıp çıkabilirsiniz. Patron biraz yüzsüz gözükse de güldürmek mümkün.
|
İçinde ne olduğunu çözemediğim (ama karabiber taneleri olduğuna eminim :D ) büyük salyangozlar. |
Geri kalan yemeklerimizi hep Sinh Tourist'e paralel sokaklarda yedik. Oldukça çok seçenek var.
|
Örneğin hindistancevizli karides. Ancak içerisinde 3 tane karides ya var ya yoktu. Yani memnun kalmadık ama lokantanın ismini bilemiyorum ne yazık ki :( |
Kalhavltı içinse;
Sozo Cafe: (Adres: 176, Bui Vien) Hem sandwiç tarzı, hem kahvaltılık, hem de pastane işi şeyler bulabileceğiniz bu mekan sanıyorum özellikle savaş madurları tarafından işletiliyor. Yani burada yiyerek onlara da yardımcı oluyorsunuz.
ve
Paris Pastanesi'ne gittik. Paris Pastanesi SinhTourist'in caddesinde. Hoş pastanelik şeyleri var, ancak bayağı pahalı geldi bize.
0 yorum:
Yorum Gönder