22 Mart 2014 Cumartesi




8 Ocakta Saygon’a geçtiğimizde, her ne kadar güneş olmasa bile hava oldukça sıcak ve nemliydi. Siem Reap’dan gelen uçağımız öğle saatlerinde havalimanına inmişti. Hoi An’dayken yaptırdığımız rezervasyon sonucu Sinhtoutist’den biri gelip bizi karşıladı, böylece büronun Saygon’daki merkezlerinden birine vardık. Şehre varmadan hangi otelde kalacağımızı kararlaştırmadığımız için böyle bir yönteme başvurmuştuk. Rehberde, Sinhtourist çevresinde pek otel gördüğümüz için en mantıklısının bu olacağına, gidip görüp otel beğenebileceğimize karar verdik. Nitekim bu amaçla arabayı terk eder etmez pek çok kişi ‘otel otel’ diye bağırarak yanımıza yaklaştı. Zar zor aralarından sıyrılıp bi yandan yolda ilerlemeye çalışıyor, diğer yandan da numaraları anlamaya gayret ediyorduk; fakat bu üzerimize çullanan ekipten bir kadın vardı ki bütün yol boyunca peşimizi bırakmadı. Sonunda fark ettik ki kadının bütün çırpınışı rehberde bulunan kendi otelinin adını bize göstermekti. Şans eseri biz de o otele gitmek istiyorduk; böylelikle bize yolu gösterecek birini bulmuş olduk. İyi ki de bulmuşuz yoksa daracık ve birbirine benzeyen, numarasız sokaklarda orayı nasıl bulacaktık hiç fikrim yok.


Geceliği 15 dolar gibi bir fiyata klimalı, pencereli, sıcak suyu olan, temiz ve genişce bir odada kaldık. Otele girerken kapıda ayakkabılarınızı çıkartıyorsunuz, biz hep girişte bıraktık çalan olmadı. Ev sahibi ingilizce konuşamıyor, ancak genel olarak anlaşabiliyorsunuz. Problem yaşamadık biz. Hatta bizim için son gün taksi çağrılmasını bile sağladık.

Otel: Hung Thinh 
Adres: 217/51 De Tham (Yanlış hatırlamıyorsam SinhTourist bürosunun sol karşısı gibi kalan bir aralıktan içeri giriyorsunuz, hemen yol ayrımı olacak sağdan devam edeceksiniz, sonra da ilk sola sapacaksınız. Saptığınız aralığın sonuna doğru sağda açık mavi demir kapılı bir yer burası).

İlk günü çevrede biraz gezinerek geçirdik. Kesinlikle Saygon’un diğer bütün Vietnam şehirlerinden çok daha farklı bir yer olduğunu söyleyebilirim. Daha bi’ ne bileyim, henüz görmedim ama Bangkok havası falan var. Her yerde yüksek binalar, çok katlı alışveriş merkezleri, gökdelenler ve marka dükkanlar var (starbucktan tut, kfc, pizzahut’a herşey vardı. McDonald’s hariç. Lafı gelmişken, geçen gün gazetede okudum, o da bu ay açılıyordu). Bağdat caddesi havasında olan iki büyük caddesi var. Ancak bu caddeler bana biraz şehrin genel havasından kopuk geldi. Fazla kolonici duruyor. 





Tabii ki trafikten bahsetmeden olmaz. En iyisi ben susayım video konuşsun :)



Her ne kadar diğer şehirlere göre daha kalabalık ve gösterişli olsa da bana alışveriş yapmak için fiyatlar uygun geldi. Üstelik kuzeyden gelirken rastladığımız, aman sonra alırız şimdi nasıl taşıyacağız dediğimiz hemen herşey vardı.

Parklarda İstanbul’daki gibi (ben sadece İst.’de gördüğüm için söylüyorum yoksa herhalde Türkiye’nin başka şehirlerinde de vardır) spor yapacak aletler bulunuyor. Ayrıca müzik eşliğinde step ve yoga yapan büyük kitleler görmek mümkün.


Ne yazık ki şehirde hayatkadınlığı çok fazla. Hemen her kafede hayatkadınları ile takılan pek çok yabancı görmek mümkün, büyük çoğunluk da oldukça yaşlı. Bana bayağı sıkıcı ve üzücü geldi bu durum.

Ilk gün gezdiğimiz Hint Pagodasından iki kare



İkinci gün Sinhtourist vasıtasıyla Cao Dai Tapınağı ve Cu Chi Tünelleri’ni gezmeye gittik. Yarım günden biraz fazla süren bu gezinin yarısı bizi oldukça hayalkırıklığına uğrattı. Cao Dai Tapınağı, kimseye saygısızlık etmek istemem ancak tam anlamıyla bir komedi. 1926’da resmen Vietnam’ın güneyinde kurulmuş olan bu inanç, hemen her dinden birşey aşırmış ve 1885’de ölmüş olmasına rağmen Victor Hugo’nun ve daha pek çok kişinin bu inancın kurucusu olduğuna inanıyorlar. Pek nasıl oluyor da Victor Hugo Kaodaist oluyor, efenim bu Kaodaistler Hugo’nun ruhu ile iletişime geçiyorlar ve böylelikle onun özünde bir Kaodaist olduğunu itiraf ettiğini ve dini kurmakta yardımcı olduğunu söylüyorlar. Peki diğer ünlü Kaodaistler kimler: Buddha, İsa, Hz. Muhammed ve Shakespeare, Jeanne d’Arc ve Napolyon. Peki bu vatandaşların Kaodaist olduklarından haberleri var mı? Bence hiç haberleri yok. 

Bu fotoğrafta da gördüğünüz üzere sayın Hugo ve diğer iki kurucu olan Sun Yat-sen ve Nguyễn Bỉnh Khiêm ile birlikte
Neyse işin özetine gelince, 9’u sabahı erkenden yola koyulup 3 saatlik bir yolculuk sonunda Cao Dai Tapınağına vardık. Yaklaşık olarak 15 dakikalık törenlerini izledikten sonra (ki ben ve eşim törenin başında içerideki turist kalabalığından boğulup dışarı çıkıp çevredeki maymunları izlemeye başladık) minibüsümüze binip 2 saat mesafedeki tünellere geçtik.




İşin kötüsü biz tapınaklar ve tünelin arası çok yakın zannettiğimiz için bu turu seçmiştik. Ancak tüneller Saygon'a yaklaşık 1 - 1,5 saatlik mesafedeyken tapınak 3 saat mesafedeydi. 15 dakika için gidip de o garip tapınağı göremeye gerek olduğunu sanmıyorum. Tabii bu kendi fikrim :)

Gelelim tünellere. Cu Chi Tünelleri gerçekten de görmeniz gereken bir nokta. Bu insanlar bu tünelleri nasıl kazmış, içerlerinde bu kadar yıl nasıl yaşamışlar diyeceksiniz. Gezinin bir kısmında tünellere de gireceksiniz. Eğer gerçekten çok ama çok klastrafobikseniz girmemenizi öneririm. Aşağısı hem çok dar hem de çok nemli. Ben dizlerim üzerinde sürünmek zorunda kaldım ve kısmen klastrafobik biri olarak tam “imdaatt yeter artıkkk!” diye bağırmayı düşündüğüm bir sırada tünel gezisi bitti ve açık havaya çıktık. Aslında içeride (girişten çıkışa kadar) en fazla 5 dakika kalınıyordur, hatta belki daha az, ancak aşağıdaki atmosfer gerçekten nefes kesici :D

Tünellere girmeden önce uzun uzadıya tünellerin yapısı hakkında bilgilendirilecek ve bir de video izleyeceksiniz. Tüneller üç kattan oluşuyormuş ve en alt kat oldukça darmış. Hatta o kadar darmış ki eğer hamile bir kadın girerse sıkışıp kalabiliyormuş. 

Girişte bulunan bu çukura girip fotoğraf çektirebiliyorsunuz.


Bu en geniş girişlerden biriymiş. Bana oldukça dar geldi.

Ve işte 2-3 dakikalığına içinde kalacağınız tünelin girişi.



Tünellerden sonra Vietcongların geleneksel yemeği olan (ya da yedikleri tek yemek mi demeli) tapiocayı biraz çay ile birlikte tatma imkanı bulacaksınız.

Bu gördüğünüz delikten dışarı çıkan buhar aşağıda pişirilen yemeklerin buharı. Bu buharın Amerikan askerleri tarafından görülmemesi için ya sabah çok erken saatlerde ya da akşamüzeri yemek pişiriliyormuş, çünkü bu saatlerde çevrede yoğun bir sis oluyormuş.

Dilerseniz savaşta kullanılan silahlarla atış da yapabiliyorsunuz.



Tünellerden  sonra bir noktada durup yemek yedik, ardından da bizi ofisin bulunduğu yere bıraktılar.

Mekong Deltası

10 ve 11 ocağı Mekong Deltası’nda geçirdik. Yine aynı şirket vasıtasıyla turda yer ayırtmıştık, kişi başı 50 dolar gibi bir fiyat ödedik. Sabah 7,5 gibi bindiğimiz otobüsümüz öğleye doğru Ben Tre’ye vardı. Öncelikle deltada ufak bir motor gezisi yaptık. Mekong’un kollarının birinde küçük bir köyde mola verip önce arı üretimi ve yenilebilir polenler hakkında bilgi edindikten sonra çay ve yerel meyveler eşliğinde yerel müzikleri dinledik.

Bu gemiler bu kadar yükü nasıl kaldırıyor hiç bilmiyorum

Hindistancevizleri





öndeki kahverengi meyve longan ya da bir diğer adıyla ejderha gözü

Rambutan





Sonrasında motorumuza atlayıp başka bir noktada durduk. Bu sefer de bölgedeki hindistancevizi üretimi ve hindistancevizinden elde edilenleri gözlemlere şansımız oldu. Hakikaten de pek çok şey için kullanıyorlar bu meyveyi. Kabuğundaki tüyleri dokuyup paspas yapıyorlar, kabuklarını yakacak olarak kullanıyorlar, içerisindeki beyaz kısımdan şekerleme yapıyorlar ve suyunu şişeleyip satıyorlar. 

Hindistancevizleri

Hindistancevizinden yapılan paspas

Şekerlemelerin hazırlanma aşaması

Bu da bizim motor
Bu noktayı önce Vietnam tipi tuktuklarla, ardından sandallarla terk edip yemek yiyeceğimiz bölgeye geldik. Yemek açık büfe değildi, ancak oldukça boldu. Sebze çorbası, balık ve nam başlıca yemeklerdi. Yemek gezi fiyatına dahil, ancak ekstra birşeyler içerseniz parasını ödüyorsunuz.






Yemekten sonra tekrar motora atlayıp yerleşmek üzere otelimize geçtik. Otel dört yıldızlı ve havuzlu bir otel. Oldukça memnun kaldık. Akşam yemeğine kadar 2 saatlik boş vaktimiz vardı, biz de yüzerek değerlendirdik. Akşam yemeği de yine öğlenki sistemdeydi. Yemekten sonra ise isteyenleri hazırlanan otobüsle Can Tho’nun merkezine götürdüler. Akşam kurulan nightmarketi ziyaret edip çevrede ufak bir tur atabilecek kadar vaktiniz oluyor. Ardından aynı otobüs sizi bıraktığı yerden geri alıp otele götürecek.




İkinci gün sabah erkenden kalkıp önce açık büfe kahvaltıya, ardından da Cai Rang’da kurulan yüzen marketi ziyaret etmeğe gittik. Bir ara içinde bulunduğumuz motorun çevredeki kayıkların istilasına uğraması üzerine (bildiğin motora çengel atıp birşeyler satmaya çalışıyorlardı), ‘Mekong’un dibini boylayacağız bunlar böyle giderse’ diye düşündüm. Neyse ki tek parça halinde, herhangi bir kaza geçirmeden pazarı turladık. Pazarda genellikle patates soğan satıldığından pek turistlere hitap eden, alabileceğin birşey yok. Ancak görmeye değer.

Siz sandaldayken yanınızdaki sandaldan üzerinize bir hayvancağızın atlama ihtimali oldukça kuvvetli bakınız horoz
bakınız 2 - Köpek :)

Kanalın ortasında yüzer benzinlik bile vardı
Hangi gemide ne satıldığını anlamak için kamışlarda asılı duran meyve ve sebzelere bakmanız yeterli

Patates soğan :)
Marketten sonra, yine motor vasıtasıyla, yerel meyveleri tanıtmak ve tattırmak üzere bizi bir bağa götürdüler.

Bahçede yeni açmakta olan 

Papaya


Jackfruit veya druian hangisi hangisi anlayamadım ben farkını ama bır gerçek var hangisi kafanıza düşse öldürür bence. Hatta nasıl olmuş da bu koca meyve ağaçta yetişmiş anlayamadım ben.


Jackfruit veya druian hangisi hangisi anlayamadım ben farkını ama bır gerçek var hangisi kafanıza düşse öldürür bence. Hatta nasıl olmuş da bu koca meyve ağaçta yetişmiş anlayamadım ben.

water apple

Longan

Ananas bitkisi
Bunlar da tadımlık
Bağdan sonra, bu sefer motorla otele geri döndük ve öğle yemeğimizi otelde yedik (bu yemek tur fiyatına dahil değil, ancak otelin fiyatları çok makuldü, korkacak birşey yok).

Motorla otele doğru giderken. Tam minibüsçü havası vardı kaptanda :D
Çaylı buz :D

Otelimizin lokantası Mekong kıyısındaydı

Burası da otelin bahçesi ve lokanta kısmı

Biz otelden ayrılırken bir düğün organizasyonu vardı. Aynen bizdeki düğün konsepti. Süslemeler, müzik, kapıya gelin ve damadın fotoğrafının konulması :)

Yemekten sonra Saygon’a dönmek üzere otobüsteki yerimizi aldık. Yol boyunca iki mola veriliyor. İlki Vinh Long’da, dilerseniz kurulan pazarı gezebiliyorsunuz, diğeri de yol üzerindeki bir dinlenme tesisinde. 

Mekong Deltası'nın pek çok kolu var, fotoğrafta ise en geniş kollarından birini görüyorsunuz
Saygon’a döndüğümüzde geceyi yine ilk gece geçirdiğimiz otelde geçirdik.

12 ocağı Saygon’da turlayıp savaş müzesini ve postaneyi gezerek, biraz da alışveriş yaparak geçirdik.

Müze gerçekten de etkileyiciydi. Özellikle fotoğraflar gerçekten çok acı. Sergi salonlarından birinde atılan kimyasallar sonucu mutasyona uğramış şekilde doğan ve çoğu hayata tutunamayarak ölen çocukların, bebeklerin fotoğrafları vardı. En güncel fotoğraf 2008 yılına aitti, ancak günümüzde de bu mutasyonun etkilerinin devam ettiğini sokakta yürüyen insanlara bakarak bile görebilirsiniz. Gerçekten çok ama çok acı bir durum.

Müzenin giriş katında Vietnam savaşı hakkında çeşitli ülkelerde çıkan gazete küpürleri ve afişler vardı





Müzenin bahçesinde sergilenen pek çok savaş uçağı, tank vb. çeşitli filmlerde kullanılmış




Saygon’daki büyük postaneyi ve postanenin karşısındaki kiliseyi Fransızlar yaptırmış. Nitekim ikisinde de Fransız etkileri gözüküyor.

Kilise


Gara benzediğine bakmayın, burası postane :)

Telefon klübeleri

Girer girmez karşısınızda Ho Chi Minh'in kocaman bir portresini göreceksiniz
Duvarlardan birinde şehrin haritası çizili

Opera binasında da yine Fransız etkileri gözüküyor

Vaktimiz olduğu ve Saygon'u tepeden görmek istediğimiz için Bitexco gökdeleninin tepesine çıktık. Yukarı çıkıp inmek kişi başı 10dolar. 41. kata kadar çıkıyorsunuz ve 360 derece her noktayı görme imkanınız oluyor.

Bitexo




Şehir uzayıip gidiyor

 Gökdelenden indikten sonra biraz çevrede dolandık

Şehrin camii

Gerçek değillerdi ama oldukça şirindi etrafı süslemek için kullanılan çiçekler


Saygon’daki ve doğal olarak Vietnam’daki son günümüzü ise, uçağımız gece 11’de olduğu için Saygon hayvanatbahçesinde geçirdik. En başta sakin görünen bu yerin çok geçmeden pek çok hayvan ve bitki barındırdığını gördük. Sanıyorum içeride 3,5 saat geçirdik, ancak ona rağmen her noktasını gezemedik.

Botanik alanlarından biri





Bu timsahlar o kadar hareketsiz duruyordu ki uzun süre gerçek olup olmadıkları konusunda şüphelerimiz oldu. Ancak fazlasıyla gerçek olduklarına emin olabilirsiniz :)

Hayvanatbahçesinin park alanı :)
Hayvanatbahçesinden sonra otelimize dönüp, ayarlanan taksi ile havalimanına gittik. Yolculuk yaklaşık 30 - 40 dakika sürdü, ancak trafiğe yakalanma riskiniz hep var, ona göre çıkın otelden.  Saygon’dan uçağa binerken Paris’in aksine hiçbir sorunla karşılaşmadık, hatta uçağımız rötar bile yapmadı. Özellikle denizin üzerinden geçtiğimiz noktalarda biraz sallantılı bir yolculuk geçirmiş olsak da yemekler güzeldi ve rahat bir uçuş oldu. Sabah erkenden de Paris’e indik.

Ancak Paris havalimanında yine bir problemle karşılaştık. Bu sefer de iki terminal arasındaki geçiş noktasında, tam da trene inen basamakların orada şüpheli bir çanta bulunmuştu. Polis, mecburen insanları durduruyordu. Sanıyorum 20 dakika kadar da orada bekledik. Neyse ki başka büyük bir problem daha yaşamadan otele vardık.

Umarım keyifle geçireceğiniz yolculuğunuzda bir nebze yardımcı olabilmişimdir. Aşağıya Saygon’da yemek yediğimiz yerlerin adreslerini veriyorum. İyi yolculuklar ve iyi eğlenceler :)

{ Bütçe planlamanızda yardımcı olması amacıyla hazırladığım 21 günlük harcama listesini görmek için lütfen tıklayın. }

Tatlı ve dondurma ihtiyacımızı Fanny'de giderdik (adress: 29-31, Ton That Thiep). Sempatik, klimalı, kaliteli bir yer. 






Barbecue Garden. Oldukça hoş bir mekandı. Ancak biraz pahalı. En azından verdikleri fiyatlar için fazla et vs. gelmiyor. Yine de denenebilir. Lokantanın ismine tıklayarak adreslerine ulaşabilirsiniz.

Hemen masanızın ortasındaki mangallarda sebze ve etleri pişiriyorsunuz.
Thanh Binh (Adres: 140, Le Thanh Ton / Hemen Ben Thanh yani market alanının karşısı gibi kalıyor). Yerel lezzetler denemek için ideal. Fiyatlar uygun. Ayrıca bakkal gibi bir havası var, yani yiyecek şeyler de satın alıp çıkabilirsiniz. Patron biraz yüzsüz gözükse de güldürmek mümkün. 

İçinde ne olduğunu çözemediğim (ama karabiber taneleri olduğuna eminim :D ) büyük salyangozlar.
Geri kalan yemeklerimizi hep Sinh Tourist'e paralel sokaklarda yedik. Oldukça çok seçenek var. 

Örneğin hindistancevizli karides. Ancak içerisinde 3 tane karides ya var ya yoktu. Yani memnun kalmadık ama lokantanın ismini bilemiyorum ne yazık ki :(

Kalhavltı içinse;

Sozo Cafe: (Adres: 176, Bui Vien) Hem sandwiç tarzı, hem kahvaltılık, hem de pastane işi şeyler bulabileceğiniz bu mekan sanıyorum özellikle savaş madurları tarafından işletiliyor. Yani burada yiyerek onlara da yardımcı oluyorsunuz.

ve 

Paris Pastanesi'ne gittik. Paris Pastanesi SinhTourist'in caddesinde. Hoş pastanelik şeyleri var, ancak bayağı pahalı geldi bize.

0 yorum:

Yorum Gönder