İşte yazmayı ertelediğim yazılardan biri daha :) Aslında
Bilbao gezimizi taa mayıs ayında
gerçekleştirmiştik ancak ben bu yazı için klavyenin başına yeni geçebildim.
Yılını doldurmadan yayımlayabilirim umarım :)
Bir konferans için gittiğimiz Bilbao’da dört gün üç gece kaldık. Bilbao ya da Baskçadaki adıyla
Bilbo, merkezi olarak 346 bin, genel olaraksa 1 milyon civarı nüfusa sahip,
diğer İspanya şehirlerine göre bana biraz daha modern bir havası varmış gibi
gelen bir şehir. Madrid – Bilbao arası
trenle yaklaşık 5 saat, arabayla da yine 4-5 saat sürüyormuş. Yolculuğun bu
kadar uzun sürmesinin sebebiyse elbette coğrafi yapı; trendeyken de fark
edeceğiniz üzere İspanya’nın bu kısımlarında doğa oldukça dağlık. Mayıs ayının
da etkisi vardır belki ama her yer daha bir yeşildi.
Trenden çekmeye çalıştığım kareler...
Bildiğiniz üzere
Bilbao İspanya’nın Bask özerk bölgesinde kalıyor ve
genel olarak “İspanyollar”dan pek haz etmiyorlar. Nitekim biz de şehirdeyken
bir takım olayların arasında buluverdik kendimizi. Kaldığımız otelin yakınlarındaki
bir konferans salonunda, yaklaşan seçimler sebebiyle konuşma yapan, Madrid’den
gelmiş bir siyasi parti varmış. Bizim haberimiz yoktu tabii, günü genel olarak
şehri gezerek geçirmiş, otelimize dönüyorduk. Bir de baktık ki bu konferans
salonundan dumanlar çıkıyor, tepemizde helikopterler dört dönüyor ve polis
yolların hemen hepsini kapatmış. “Şuradan geçelim, olmaz buradan gidelim,” diye
bir elimizde harita çevremize baka baka sonunda otelin olduğu sokağa vardık ama o da ne, sokağın bir tarafında göstericiler,
çöp konteynerlerini barikat yapmaya çalışıyor, diğer tarafta ise siperliklerini
kuşanan polisler bekliyordu. Hemen koşa koşa kendimizi otele attık, insan
yanında çocuğu olunca böyle şeylerden daha fazla endişe duyuyormuş… Biz otele
girdikten 10-15 dakika sonra kargaşa çıktı zaten. Göstericiler bir şeyler
fırlatmaya, polis de gaz fişekleriyle yanıt vermeye başladı. Otel görevlileri
ise katlanabilir masaları camekânın önüne yerleştirip camların kırılmasını
önlemeye çalışıyordu. Elbette fotoğraf çekmek için dışarıyla çıkan turistler de
vardı bu sahnenin içinde. Biz ise, camlardan olabildiğince uzak bir masa seçip
akşam yemeği sipariş etmeye çalışıyorduk, çünkü o an için yemek yemeğe
gidebileceğimiz bir yer yoktu ve kızımız açlıktan mızmızlanmaya başlamıştı.
Bu atışıp çatışma yaklaşık bir buçuk saat sürdü, sonra
iki taraf da toparlanıp gitti. Öğrendiğimize göre gösterici Bask grup, siyasi
partiye mensup İspanyollar konuşma yaparken içeri dalıp “Buradan gidin,
İspanyolları istemiyoruz,” diye bağırmaya başlamış. Sonra da salonu ateşe
vermeye kalkmış. Tabii polis hemen müdahale edip parti mensuplarını ve
konferansı dinleyenleri dışarı çıkartmış, gösterici grubu da dağıtmaya
başlamış. İşte tam bunlar yaşanırken biz de bu konferans salonunun önünden
geçmeye çalışıyormuşuz.
Olaylı bir giriş
yaptıktan sonra artık Bilbao’da gezebileceğiniz yerleri anlatmaya
başlayabilirim :)
Bu sıralar sıkça yazdığım üzere, yanımızda küçük
çocuk olduğu için genellikle müzeleri es geçmeye başladık. Ancak Bilbao
sanatseverler açısından güzel bir şehir. Bir kere şehirde Guggenheim Müzesi bulunuyor. Guggenheim
ailesince kurulan çeşitli müzelerden Berlin, New York gibi başka şehirlerde de
bulunuyor. Resme ya da modern sanata ilginiz yoksa bile gidip müzenin ve
çevresindeki heykellerin fotoğrafını çekebilirsiniz bence :)
Museo de Bellas
Artes (Güzel Sanatlar Müzesi), Euskal Museoa (Bask Müzesi, arkeoloji ve etnografyaya dayalı) ve Museo de Reproducciones Artísticas
(Sanatsal yeniden üretimler müzesi) gezebileceğiniz diğer kültürel müzeler.
Elbette her İspanyol şehrinde olduğu gibi bir adet Boğa Güreşleri müzesi (Museo Taurino) de bulunuyor.
Azkuna Zentroa da bir kültür merkezi. İçerisindeki sütunlar oldukça ilginçti, ayrıca sanırım eş zamanlı olarak güneşteki patlamaları gösteren bir ekran da var içeride.
Biz Hotel
Ilunion’da konakladık. Ben rezervasyon yaparken indirim vardı, normalde
fiyatları nasıl bilemiyorum. Kahvaltı dâhil değildi. İlk gün zaten öğlen
vardığımız için kahvaltı problemimiz olmadı. İkinci gün otelin hemen yanındaki Berton Goikoa’da bir şeyler atıştırdık,
üçüncü gün yine yakınlardaki Swansea’de
kahvaltı ettik ve dördüncü gün marketten aldıklarımızı tükettik. Öğle
yemeklerini bir gün hariç sandviçle geçiştirdik. Şehrin tarihi kısmını
gezdikten sonra merkezdeki Arenal
lokantasında yemeğimizi yemiştik. Gelelim akşam yemeklerine… Bir akşam House Beef’teydik, bir akşam gösteriler
yüzünden otelin lokantasında (LaKedada)
yedik, bir akşam da Bermeo’da yedik.
Tüm bu saydıklarım arasında en pahalısı Bermeo idi, yine de bize aşırı pahalı
gelmedi. Genel olarak hepsinden memnun kaldık ve yanımızda çocuk olmasına
rağmen sorun çıkartmadılar. Zaten İspanya’da genel olarak böyle bir sorunla
karşılaşmadık ama yine de belirtmekte fayda görüyorum.
Bu arada aklınızda bulunsun Bask bölgesinde Tapas'a Pintxos deniliyor. Daha çok ekmek temelli atıştırmalıklar bunlar. Bize pek bir özelliği varmış gibi gelmedi. Zaten Tapas'a da çok sıcak bakmıyoruz :p Ama denemek isterseniz aklınızda bulunsun.
Kısaca konaklama ve yeme-içmeye de değindikten sonra tekrar
gezilecek yerlere geri dönelim :)
Bilbao’yu genel olarak üç kısma ayırabiliriz. Bunlar
eski kısım, modern kısım ve Portugalete ile Getxo kısmı. Son yazdığım yer şehrin merkezinden biraz uzakta kalan iki
mahalle, orayla ilgili yazımı ayrıca yayımlayacağım. Yayımlayınca buradaki
bağlantı da etkin hale gelecektir.
Bilbao yürüyerek
rahatlıkla gezilebilecek bir şehir. Gezmek için sadece bir gününüz varsa
belki yürümek sıkıntı olabilir zaman kaybetmemek adına.
Biz ilk olarak
şehrin modern diyebileceğimiz kısmını gezdik. Burada Bilbao’nun simgesi sayılan Iberdrola
gökdelenini, yukarıda bahsettiğim Guggenheim Müzesi’ni modern yapıdaki daha
pek çok binayı bulabilirsiniz.
Yine bu bölgede benim pek hoşuma giden Casilda Iturrizar Parkı da bulunuyor.
Biz gittiğimizde parktaki mor salkımlar da açmıştı, pek güzeldi. Çocukların da
vakit geçirebilecekleri alanlar bulunuyor.
Guggenheim Müzesi’nden sonra Salve Köprüsü’ne çıkıp Bilbao Nehri’nin diğer tarafından yürümeye
devam ederseniz karşınıza hoş binalar çıkacak. Ayrıca gökdelen ve müzenin de
güzel fotoğraflarını çekebilirsiniz bu yakadan.
Solda müzenin ucu ve sağda kırmızı girişiyle köprü. |
Köprünün üstünden manzara |
Bu da diğer tarafa doğru bakış. Karşıda, solda da gördüğünüz üzere asansörle aşağı inebilirsiniz, kot farkı olduğu için bayağı merdiven çıkmanız/inmeniz gerekebilir |
Bu köprünün altında aynı zamanda Bilbao itfaiyesi vardı |
Çeşitli açılardan kaplanlı bina |
Tabii göze hoş görünmeyen binalarla da karşılaştığımız oldu... |
Şehrin çeşitli yerlerinde kullanabileceğiniz tuvaletler ve çeşmeler bulunuyor. |
Biz Euskalduna Köprüsü’ne kadar yürüyüp oradan otelimize geri
dönmüştük. Futbolla ilgileniyorsanız bu köprü üzerindeyken Athletic Bilbao’nun stadı San Mamés’i fotoğraflayabilirsiniz.
Şehirdeki ikinci günümüzde otelimizin bulunduğu
Areatzako
Köprüsü’nden geçerken arkanıza bakmayı unutmayın, tren
istasyonunun arka kısmını göreceksiniz. Oldukça hoş bir mimarisi var. Köprünün
köşesindeyse şehir tiyatrosuyla
karşılaşacaksınız.
İstasyonun arka kısmı |
Köprünün üzerinden istasyon tarafı |
Köprünün üzerinden diğer taraf |
Yine istasyona bakış |
Tiyatro binası |
Pazarın hemen karşısındaki hizada başınızı kaldırıp yukarıya bakarsanız bu çizimleri görebilirsiniz:
Kapalı pazarın hemen
yanındaki San Anton kilisesine şöyle
bir dışarıdan bakıp nehrin karşı yakasındaki binaları inceledik; ancak karşı
kıyıya geçmedik çünkü San Frantzisko
diye adlandırılan bu kısım pek de tekin değilmiş.
Kilise tarafından karşıya geçmeyi sağlayan köprü |
Sanırım buraya neden San Frantzisko denildiği belli oluyor :p |
Tüm bu yazdıklarıma ek olarak zamanınız varsa Artxanda
fünikülerine binebilirsiniz.
Yazımı şehirden birkaç fotoğrafla daha bitireyim. Herkese iyi gezmeler!
0 yorum:
Yorum Gönder