Vietnam'da motosiklette taşıyabileceğiniz şeylere bir kaç örnek... |
Sonunda yavaş yavaş da olsa tuttuğum
notları bilgisayara aktarıp Vietnam ve Kamboçya üzerine kaleme almayı
planladığım yazı dizisine gördüğünüz üzere başlamış bulunuyorum.
Bu yazıda sizlere genel olarak Vietnam'dan
bahsedeceğim, aslında bu bölümü diğer yazıları bağlayan bir 'içindekiler
bölümü' olarak düşünebilirsiniz. Zaten ortalama üç hafta süren bir macerayı tek
seferde yazıya dökmek hem bana, hem size ızdırap olurdu diye düşünüyorum.
Öncelikle, hemen aşağıya sırasıyla
gezdiğimiz yerlerin bir listesini yapacağım. İlerleyen günlerde yazıları
yazdıkça, ismi geçen şehirlerin üzerine yazı bağlantılarını ekleyeceğim.
Böylelikle kolayca yazılar arasında geçiş yapılabileceğini düşünüyorum.
- Hanoi
- Ha Long Bay / Ha Long Körfezi
- Tam Coc, Ninh Binh & Tren yolculuğu
- Hue
- Hoi An
- Siem Reap
- Ho Chi Minh (Saygon) - Mekong Deltası ve Dönüş
Bütçe planlamanızda yardımcı olması amacıyla hazırladığım 21 günlük harcama listesini görmek için lütfen tıklayın.
Yolculuğun başlangıç noktası: Paris
Şimdi hep birlikte maceramızın başlangıç
noktası olan Paris'e bir dönüş yapalım...
22 Aralıkta Paris'e vardığımızda, ertesi
gün başımıza geleceklerden haberdar değildik. Bu yüzden gayet mutlu mesut bir
şekilde ufak bir Paris turu bile yaptık. 23 Aralık saat sabah 10:30'da Charles
De Gaulle Havalimanı'na vardığımızda da başımıza geleceklerden haberdar
değildik, masumane bir şekilde kuyruğa girip beklemeye başladık.
Uçuşumuz saat 13:20'de, Vietnam
Havayolları'ylaydı. Her ne kadar uçuştan yaklaşık 3 saat önce havalimanına
varmış olsak da önümüzde kuyruk vardı. Mecbur beklemeye başladık. Saat 11:20
oldu, 30 oldu, 45 oldu, ama check-in bir türlü açılmadı. Derken bir Air France
yetkilisi sıranın önlerinde dolaşıp milletin pasaportunu toplamaya başladı.
Doğal olarak arkada kalan bizler olaydan biraz kıllandık. Check-in açılmamış
olmasına rağmen havalimanının bilgilendirme panolarında uçuş normal bir şekilde
yapılacak gözüktüğünden, bu durumun üzerinde fazla durmamaya çalıştık, fakat
önden arkaya doğru söylentiler yayılmaya başlamıştı bile. Çok geçmeden Vietnam
Havayollarının hiç bir gerekçe göstermeden 2 gündür uçuşlarını iptal ettiğini
öğrendik. Bizim uçuşun yapılıp yapılamayacağının da belli olmadığını
söylediler. İşin ilginç kısmı, panolarda herhangi bir gecikme veya iptalden
bahsedilmesini geçtim, yapılacak uçuşun Air France ile ortaklaşa düzenleniyor oluşuydu.
Yani her ne kadar Vietnam Havayollarıyla uçacak olsak da yolcuların en az
yarısı biletlerini Air France üzerinden almışlardı. Sorumluluk daha büyüktü bir
bakıma.
Ara ara çeşitli görevliler gelip aralardan
bazı insanları almaya, öndekileri de çeşitli havayollarının check-inlerine
yönlendirmeye başladılar. Çaresiz bir şekilde başımıza ne geleceğini beklemeye
başladık. Ben zaten 12 saat uçak yolculuğu nasıl geçecek diye düşünürken, bir
de uçamama endişesi çıkmıştı başıma. Saat 13:30 - 14:00 arası bir check-in
masasının başına geçtiğimizde arkamızda hala bayağı insan bekleme halindeydi.
Bir umutla kontuardaki kıza, uçağımıza ne
olduğunu sorduk. Bilmediğini, kimsenin ne olduğundan haberi olmadığını söyledi.
Elinden geldiğince yardım edeceğini, bizi alternatif bir uçuşa aktarmaya
çalışacağını söyledi. Normal şartlarda uçağımız Paris - Hanoi direkt uçuş idi,
fakat hem biriken yolcular yüzünden, hem de yolculuğumuzun tam Noel arifesine
gelmesi sebebiyle hemen hemen tüm uçaklar doluydu. Yanımızdaki kontuardakilere
ertesi günden önce bir uçuş ayarlayamayacakları söylenince bir nevi başımdan
aşağı kaynar sular döküldü. Yine de olumlu olmaya çalışıp 'geç olsun güç
olmasın' diye düşünmekle meşguldüm. Derken 20 - 25 dakikanın sonunda bizimle
ilgilenen kız bir uçuş bulduğunu, Air China ile Pekin'e, oradan da Hanoi'ye
uçabileceğimizi, uçağın saat 19:00'da kalkacağını söyledi. İşte o anda masanın
üzerinden aşıp görevli kızın boynuna sarılabilirdim.
Hiç Hesapta Olmayan Durak: Pekin
Yolculuk Paris'den Pekin'e 10 saat, oradan
da Hanoi'ye 4 saat sürecekti. İki uçak arasında 3 saat aktarma süresi vardı,
kontuardaki kız, transit geçiş olacağından Çin için herhangi bir vizeye
ihtiyacımız olmadığını söyledi. Böylelikle rahatladık ve check-in vaktini
beklemeye başladık.
Saat 16:30 gibi kuyruktaki yerimizi aldık.
Önümüzde herhalde en az 200 kişi vardı, bayağı uzun bir kuyrukta beklemek
sonucu 17:30'a doğru Air China kontuarının önündeki yerimizi aldık ve
kendilerinin yeterince yolcusu olduğunu, Vietnam Havayollarının kendileri ile
herhangi bir irtibata geçmediğini, bilet kağıdımız olsa bile bilet
kendilerinden alınmadığı için kendi yolcuları olmadığımızı, herhangi bir
mesuliyet kabul etmediklerini, dilersek check-in'in kapanış saati olan 18:30'a
kadar beklersek belki yer çıkabileceğini, ama onu da garanti edemeyeceklerini,
çünkü bizden önce, bizim durumumuzda bekleyen 7 kişi daha olduğunu öğrendik.
Doğal olarak sinirlerimize hakim olamadık ve itiraz ettik duruma, fakat değişen
birşey olmadı. Mecburen bizim gibi Vietnam Havayollarının uçuşunda olan ve aynı
şekilde Air China'ya yönlendirilen 7 kişi ile beklemeye başladık. Bu arada
benim sinirlerim o kadar bozuldu ki oturup ağlamaya başladım, yanımıza gelen
görevliye salya sümük arasında gevelediğim Fransızcamla, kaç aydır bu yolculuk
için beklediğimizi, bunun balayı seyahatimiz olduğunu söyledim. Hani belki acır
da biraz daha hevesle yer bulur diye...
Saat 18:30 olup check-in kapandığında,
ortada bizden başka bekleyen kimse yoktu (bizim önümüzde olan 7 kişi, biz iki
kişi ve iki de bizden sonra gelip aynı durumda yolcu olmak üzere 11 kişiydik).
Saat 18:45 gibi önümüzdeki 7 yolcu için uçakta yer bulduklarını, bizim için de
ayarlamaya çalıştıklarını söylediklerinde artık kalpten gidecektim. Sonunda biniş
kartımızı aldığımızda saat 18:50 idi, o heyecanla kapıya koştururken
pasaportları kontuarda unutmuştuk. Neyse ki görevli arkamızdan getirdi. Bu arada
belirteyim, bizim arkamızda bekleyen diğer iki kıza uçakta yer bulamadılar.
Fransızca falan da konuşamıyorlardı, onlar bizden sonra naptı Paris'de
bilmiyorum.
Saat 19:00'da uçağa binip, bir şekilde
çevremizdeki yolcularla yer değiştirerek yan yana oturmayı başardığımızda,
artık 10 saatin nasıl geçeceğini düşünmeme gerek kalmamıştı, çünkü o yorgunluk
ve stresle pat diye uyuyabilirdim...
Nitekim yemek yedikten sonra bir şekilde
yarı uyur yarı uyanık sabah kahvaltısına kadar gayet çabuk ve rahat bir uçuş
gerçekleştirdik. Kahvaltıdan sonra bize göçmenlik için formlar vermeye
başladılar. Biz tabii Çin'e gitmeyeceğimiz için o formların bizimle alakalı
olmadığını düşündüğümüzden doldurmadık. Bir yandan da ekranda Çin'e girerken
nelere dikkat etmemiz gerektiği, ülkeye özellikle meyve sokmanın yasak olduğu,
karantina kontrolüne girmemiz gerektiğini vs anlatan bir video dönüyordu.
Kaptan pilot inişe geçtiğimizi haber
verdiği zaman bi hevesle pencereden bakmaya başladım. Pekin'e kadar uçmuştuk,
bari pencereden şehrin neye benzediğini göreydim. Önce tarih kitaplarında geçen
Orta Asya bozkırlarını, tepelerini gördüm. Hakikaten harika bir manzara idi,
fakat 10 dakika sonra inanılmaz koyu, kavuniçi ile kahverengi arası bir sisin
içine girdik. Bariz bir hava kirliliği idi bu. Nitekim inişe geçerken boğazım
tıkandı, nefes alamadım bir an. Su içmesem boğulacaktım galiba.
Havalimanına indiğimizde de manzara
değişmedi. Havalimanı penceresinden indiğimiz uçağı bile görmek imkansızdı. Hiç
vakit kaybetmeden Hanoi'ye giden uçağın nerede olduğunu öğrendik. Yalnız ortada
bir sorun vardı. Biz birinci terminalde idik, fakat aktarma yapmamız gereken
uçak ikinci terminalde idi ve ikinci terminale varabilmek için pasaport
kontrolünden geçip havalimanını terk etmemiz, arada transferi sağlayan bir
otobüse binip diğer kısma gitmemiz gerekiyordu. Mecburen uçakta doldurmadığımız
göçmen formlarından birer tane bulup doldurduk. Pasaport kontrolünde de nasıl
olduysa para almadan bir günlük geçici vize bastılar.
İkinci kısma gitmek için otobüse
bindiğimizde yine etrafı görmek imkansızdı. İçimden 'iyi ki Pekin'e gelmemişiz'
diye düşünmeden edemedim. Zaten yeni okuduğum bir habere göre,
hava kirliliğinden güneşi ve gökyüzünü göremeyen halk için, şehrin merkezine dev
bir ekran kurmuşlar. Sabah akşam güneşi oradan doğurup batırıyorlarmış.
Bildiğiniz bilimkurgu gibi birşey, dünyanın sonu geliyor dedim.
Neyse ki iki uçak arasında 3 saat varmış
ve geldiğimiz uçak da gecikme yapmadı. Zar zor ikinci uçağın check-in kuyruğuna
geldiğimizde Paris'dekine benzer bir tavır ile karşılaştık. Bize adeta 'siz
nereden çıktınız' dediler. Arkamızda gelmekte olan daha 7 kişi olduğunu
söylediğimizde 'ama bu imkansız!' der gibi baktılar. Zaten yeterince yolcuları
olduğunu, büyük ihtimale bize yer olmadığını, check-in kapanana kadar
beklememiz gerektiğini söylediler. Doğal olarak itiraz ettik. Çantalarımızın Hanoi'ye
gitmekte olduğunu, bizim ise burada ne yapabileceğimizi, vizemizin bile
olmadığını söyledik,ama mecburen beklemek zorunda kaldık. Bu arada
pasaportlarımızı kontrol etmeye başladılar. Bizim ve diğer yedi kişinin
altısının pasaportunda Vietnam vizesi vardı, sadece bir kişide vize yoktu,
fakat o da Vietnam'a girerken vize alacağını söyledi. Normalde Vietnam için ya
konsolosluğa gidip vize alıyorsunuz, ya da güvenilir bir internet sitesi
bulursanız size Vietnam'a geldiğinizde havalimanında vizenizi yaptırabileceğinizi
söyleyen bir form yolluyorlar ve ülkeye varınca sınırda vizenizi alıyorsunuz.
Doğal olarak bizim direkt uçuş iptal olup, başka ülke üzerinden geçmek zorunda
kalınınca Çin vize konusunda sıkıntı çıkarmış oldu (o yüzden siz siz olun, vize
işlerinizi biraz daha pahalı olsa da konsolosluktan halletmenizde fayda var).
Check-in'in kapanma vakti gelince 8 kişiyi uçağa alabileceklerini, ama vizesi
olamayan kişinin burada kalıp konsolosluktan vize alması gerektiğini
söylediler. Çocuğun işi gayet zordu. Bir kere Çin vizesi olmadığı için
havalimanından çıkabileceği bile şüpheliydi. Mecburen onu kontuarda bırakıp biz
yolumuza devam ettik. Ancak mucizevi bir şekilde, uçak kalkmadan hemen önce
vizesiz çocuk da bize yetişti. Zaten ailesi Vietnam'da oturuyormuş (kendisi
Fransız idi). Annesini aramış, annesi de görevli kadının mail adresine
havalimanından vize alabileceğini belirten formu yollamış, böylelikle
hallolmuş.
Ve Sonunda HANOI !
Artık herşey bitip, Hanoi'de havalimanı
pasaport kontrolünden geçerken 'neredeyiz biz?' 'nasıl geldik buraya?' deme
halindeydim. 23 aralıkta başladığımız yolculuğu, 24 aralıkta bitirmiştik.
Olması gerekenden 10 saat geç varmıştık
Hanoi'ye. Bir gün kaybetmiştik. Ama olsundu, varmıştık ya önemli olan o.
Vietnam'la Türkiye arasında kışın beş saat
fark var. Biz Hanoi'ye vardığımızda saat 18:00 civarıydı, yani TR saatiyle
13:00. Neyse ki otelden bizi karşılamalarını istemiştik. Bir şekilde de
uçağımızın iptal olduğunu haber vermiş, saat değişikliklerini onlara
iletebilmiştik. Yine de şoförü karşımızda görene kadar biraz tereddüdeydik.
Gayet lüks bir ciple, şehrin tüm
kargaşasından geçip otele vardığımızda saat 19:00'u geçiyordu. Bir an evvel
yatıp uyumak istiyorduk ancak birşeyler yememiz lazımdı. Kendimizi biraz
toparlayıp dışarı attığımızda otelde görevli çocukların kapı önünde birşeyler
pişirdiklerini gördük, tam onları selamlayıp yolumuza devam etmek üzereyken
bizi masalarına davet ettiler. Birer bira açıp verdiler, ortada pişen çorbadan
bize de ikram ettiler. En başta neden bu kadar misafirperver olduklarını
anlamamıştık, ama sonradan fark ettik ki bugün 24 aralıktı. Noel akşamı yanı.
Vietnam'da Noel tatil değil, fakat yerel halk turistlerle birlikte kutlama
yapıyor. Bizi masalarına davet etmeleri de bu yüzden.
Bizimle aynı otelde kalıp, sokak masasına
davet edilen bir Alman, bir İskoçyalı ve iki adet Şili vatandaşı ile bir kaç
saat sohbet etme olanağı bulduk. Şilili çift 1,5 aylık bir gezi yapıyordu,
Vietnam'dan önce Laos ve Kamboçya'yı da gezdiklerini söylediler, Laos'u
özellikle çok çok beğendik dediler. Nitekim kendini bulma amacıyla yollara
düşündüğünü düşündüğüm Alman da Laos'u çok methetti. 1 aydan uzunca bir süredir
buralarda olduğunu, Almaya'ya ne zaman döneceğine henüz karar vermediğini,
belki bir tapınakta 10 günlük bir arınma seansına gireceğini, ama kitap
okumanın bile yasak olduğu bu ortamda kafayı yemekten korktuğunu falan söyledi.
İskoçyalı ise 2 aydır İngilizce öğretmeni olarak Hanoi'de bulunduğunu, oteli ev
olarak kullandığını, Vietnam'dan önce de Çin'de öğretmenlik yaptığını söyledi.
Herkes gayet eğlenceli tiplerdi, fakat insanların gezecek bu kadar zamanı nasıl
bulduklarını anlayamadık. Biz bile öğrenci statüsünde bireyler olarak ancak 3
haftalık bir zamansal ayarlama yapabildiysek, diğer insanlar işlerini
kaybetmeden nasıl oluyor da kesintisiz en az 5-6 hafta izin alıyorlar
anlayamadık. En başta göğsümüzü gere gere 'üç hafta kalıyoruz' derken,
yolculuğumuzun sonuna geldiğimizde herkesin zaten en az 4 hafta kaldığını,
Vietnam ve Kamboçya'ya ek olarak Malezya, Tayland ve Laos yapmadan
dönmediklerini görünce biraz hayret ettik. Ayrıca pek çok çocuklu aile gördük.
Çocukları belli bir yaşın üzerinde olanları anlıyorum, ancak daha bebekken
çocuğu da kapıp bu kadar uzağa, bilinmeyene çocuklarını getirmeleri ne kadar
sağlıklı, ne kadar rahat onlar için bilemiyorum. Sonuç olarak tercih meselesi
tabii ki :)
Vietnam Hakkında Genel Ayrıntılar
Gelelim Vietnam hakkında genel bilgiler
vermeye. Bu noktada biraz madde madde gideceğim.
Vietnam ya da resmi ismiyle Vietnam Sosyalist Cumhuriyeti, başkent
Hanoi olmasına rağmen 85 milyonluk nüfusu en çok Ho Chi Minh'e (8 milyon),
sonra da Hanoi'ye (7 milyon) yayılmış. Tarihinde pek çok acı olay yaşamış hem
dış hem de iç etkenler yüzünden. Yeni yeni durulmuş bir ülke aslında. Yine de
tüm yaşadıklarına rağmen insanlar hem içten, hem de güler yüzlü. Özellikle
Agent Orange pek çok kalıcı hasar vermiş, günümüzde bile pek çok sakat ya da
ölü doğum oluyormuş. Ülkenin resmi dili Vietnamca, kendi alfabeleri var, ama
İngilizce ve Fransızca konuşanları bulmak pek de zor değil.
Ülkenin kuzeyi, ortası ve güneyi farklı
hava şartları gerektirdiği için ülkenin tamamını boydan boya gezecek bir turist
yanına her türden kıyafet almalı. Kuzeydeki en serin bölge Sa Pa'nın içinde
bulunduğu bölüm ve nitekim sadece oraya kar yağıyor diye duydum. Güneye yaklaştıkça
hava sıcaklıkları oldukça artıyor. Gezmek için en iyi zaman kasım - mart arası
deniliyor. Biz kuzeyden güneye kadar bir yolculuk yaptık. Kasım sonu - ocak
başı arası, oldukça makul bir hava durumu vardı. 21 günlük gezimizde sadece 2
gün yağmur gördük. İkisi de sadece yarım saat kuvvetli sağanak idi ve iki
yağmurda da birşeyler yeme halinde olduğumuzdan kapalı alandaydık.
Büyük şehirlerde (Hanoi ve Ho Chi Minh)
tam bir kaos hakim. Özellikle karşıdan karşıya geçmek oldukça zor, hatta yolda
yürümek bile kabiliyet istiyor. Trafik ışıklarını süs için konmuş renkli
ışıklar olarak değerlendirebilirsiniz. Zaten rehber kitapçığımızda da yazıyordu
'trafik ışıkları arabaların durmasını sağlamaz, sadece bir kaçının
durabileceğini garanti eder.'
Otellerde kaldığınız süre boyunca
resepsiyonda pasaportlarınızı alı koymak isteyecekler. Belki bazı oteller
sokaktan daha güvenli olabilir, ancak bazılarının kapısı 24 saat açık ve
sürekli pasaportları gözetleyen birileri yok. Nazik bir şekilde pasaportunuzu
isteseniz de otel ödemesini yapana kadar pasaportlarınızı geri vermeme
ihtimalleri var.
Vietnamlılar pek uzun ve geniş insanlar
değiller. Biraz da bu yüzden sanırım, hemen herşey minyatür gibi. Yemek yerken
oturacağınız tabureler, sandalyeler, bazen kapı eşikleri, trafik tabelaları,
tren kompartımanları ya da otobüs koltukları. Yine de yatak konusunda örneğin
bir boy problemi ile karşılaşmadık. Ayrıca yatakların çok sert olduğundan
bahsetmekte fayda var. Sırt için oldukça iyiydi, hiç uyku problemi yaşamadım.
Genel olarak çevrede dilenci ya da para
isteyen birilerini görmedim. Ancak çok meraklı ve ısrarcılar o biraz sinir
bozucu. Örneğin hemen her otel bir yerlere bir gezi organize ediyor, kendi
programlarını almanız için çok baskı yapacaklar. Bu duruma karşı gelmeden başka
bir yere rezervasyon yaptırdığınızı söyleyebilirsiniz. Ancak yine de tutarlı
olmak da fayda var, çünkü size tur satamasalar bile sürekli olarak ne
yaptığınızı ve nereye gittiğinizi soracaklar. Gülümseyip geçmeye,
sinirlenmemeye çalışın.
Diğer bir sinir bozucu nokta insanların
vurdumduymazlığı. En başta önemsemeseniz de sonradan dokunmaya başlıyor. En
azından ben de öyle oldu. Örneğin bir allahın kulu size yol vermiyor karşıdan
karşıya geçerken, onu geçtim kaldırımda yürürken birden bire biri üstünüze motosiklet
sürüyor, çünkü sizin yürümeniz değil, onun o motoru oraya park etmesi lazım.
Biri size çarparsa özür dilemiyor veya daha kötüsü aslında yol vs verilmediği
için kendinizi hayalet gibi hissediyorsunuz, çünkü birşey satmayacaklarsa kimse
size bakmıyor bile.
Gelelim alışveriş kısmına. Birşey satın
alırken onun taklit olup olmadığını anlamak çok zor. Etrafta milyonlarca Mac
bayii görebilirsiniz veya mini marketten alışveriş yaparken aldığınız marka
bisküvinin gerçekten olduğunu sanabilirsiniz, ancak büyük ihtimalle sahte.
Genel olarak telif hakki kavramlarının olmadığını düşünüyorum, yani istedikleri
gibi istedikleri markanın ismini ve logosunu kullanıyorlar. Her ne kadar mini
market diye bir kavram olsa da bizdeki bakkal modunda bu marketler, Ho Chi Minh
dışında süpermarket göremedim. O yüzden size tavsiyem her türlü kişisel bakım,
hijyen ve ilaç olarak neye ihtiyacınız varsa yanınızda götürmeniz. Özellikle
ilaç konusunda dikkatli olmak lazım, çünkü ilaçlar kutuda satılmıyor, tek
olarak ve kutusuz satılıyorlar. İsimleri zaten aşina olmadığınız isimler
olacak, buna ek olarak kullanım talimatı da ya olmayacak, ya da Vietnamca
olacak. Ayrıca alışveriş yaparken fiyatları kırabildiğiniz kadar kırın. Biz en
başta yapmıyorduk ama yapmak lazım. Söylenen fiyatı en az ikiye bölüp öyle
teklif yapın. Öte yandan bir şeyin fiyatını sormak ya da en basitinden rahat
rahat incelemek neredeyse imkansız. Gözünüz bir an bir nesneye kaysın, aynen o
nesneyi size satmaya çalışıyorlar. İstemiyorum, sadece bakıyorum derseniz de
sinirlenebiliyorlar, ama pek göstermemeye çalışıyorlar. Vietnamdayken daha iyi
anladım yabancıların Türkiye'ye gelince neden çok sıkıldığını alışveriş
yaparken. Bizde de genellikle, özellikle mağaza boşsa biri peşinize takılır,
konuşmasa bile sizi izler falan, sinir bozucu bir durum. Ancak Vietnam'da daha
sinirdi. Yani alacağım şeyler varsa bile almadan çıktığım çok dükkan oldu,
insanın üstüne üstüne geliyorlar. Keza yolda da öyle, yolda yürürken mesela
biri gelip size pantolon satmak istiyor. Önce bakmıyorsunuz, önünüze atlıyor,
istemiyorum diyorsunuz, şu kadar fiyatı, başka renkleri de var diyor. Yahu ben
yolda yürüyorum, pantolonla hiç alakam yok, niye o kadar ısrar ediyorsun ki
alayım diye. İlginçti gerçekten.
Bu sahtecilik konusu sadece alışveriş için
geçerli değil. Tur şirketleri için de geçerli. Örneğin biz yaptığımız turistik
turları genellikle SinhTourist adlı bir şirket vasıtasıyla gerçekleştirdik.
Turları ve genel olarak rehberleri iyi. Fiyatları da uygundu. Aşağıda
adreslerini ve telefon numaralarını paylaşacağım, böylelikle gideceğiniz zaman
hem adresi hem de telefon numarasından doğru yer olup olmadığını kontrol
edersiniz. Çünkü özellikle Hanoi'de, aynı sokak üzerinde en az 12 tane
SinhTourist var. Hepsinin ismi aynı, rengi aynı, cismi aynı. Kısacası doğru
olanı bulmak neredeyse imkansız.
Budistlerin dini yapılarına Pagoda
deniyor. Her evin, her dükkanın minyatür bir pagodası var. Bu durum bana biraz
İtalya'da her köşe başında bulunan Meryem heykellerini anımsattı. Her sabah
uyanınca dua edip tütsü yakıyorlar. En başta güzel gelse de bir süre sonra
tütsü kokusu baymaya başladı. İşin kötüsü sadece tütsü yaksalar iyi, sürekli
bişiler yakma hastalığı var kendilerinde. Çöp de yakıyorlar, yaprak da... Zaten
motosikletler yüzünden bir sürü kirlilik varken, bir de bu yakma alışkanlığı
yüzünden kirlilik oluşuyor.
Trafikle ilgili bir diğer nokta ise yollarda
pek tabela veya işaret olmaması. Özellikle şehirler arası yollarda hemen hiç
işarete rastlamadım. Şehirler arası yoldan bahsetmişken, Vietnam'daki trafik
sorunu zaten dillere destan, ben yerinizde olsam elimden geldiğince, özellikle
uzun yolculuklar için treni tercih ederim. Belki otobüse göre çok daha pahalı,
fakat daha rahat ve bin kat daha güvenli. Otobüs yolculukları gerçekten stresli
geçiyor. Vietnamlılar kendi aralarında kornayla vasıtasıyla anlaştıkları için
bayağı da gürültülü bir ortam. Mesela otobüsünüz bir kamyonu solluyorsa tüm
sollama boyunca elini kornadan çekmiyor. Yalnız işin ilginci şehir içindeki
trafik de inanılmaz stresli olsa bile kimse birbirine bağırmıyor, onun yerine
kornaya abanıyorlar. Küfür de korna ile, yol isteme de, yol verme de. Diğer bir
nokta, tüm bu kargaşaya rağmen herkesin kask takıyor hatta sinyal bile veriyor
oluşu. Işıklarda durmak, birbirine ve yayalara yol vermek yok, ama karşıdan
karşıya geçmeye çalışırken yanımızda olan bir turistin de söylediği gibi
'Allahtan sinyal veriyorlar yani'.
Otobüs olarak iki tür mevcut. Birincisi
bildiğimiz normal otobüsler, diğeri ise sleeping bus denilen, içerisinde yatan
koltuklardan oluşan iki katlı ranza sistemi oluşturulmuş otobüsler. Açıkcası en
başta cazip görünse bile bana pek sağlıklı gelmedi. Özellikle bu kadar
tehlikeli yollara sahip bir ülkede yatar koltukta gitmek, ufak bir kazada bile
düşmeniz halinde omuriliğinizin kırılmasına sebep olabilir.
Sleeping Bus (Kaynak) |
Özellikle su alırken alışverişinizi mini
marketlerden yapmanızda fayda var. Çok turistik yerlerde sokak satıcılarıyla
arasında 3 katı fiyat farkı olabiliyor. Marketten 3500 donga alacağınız suyu
size 10.000 donga satmaya kalkabilirler.
Eğer tuvaletlerin nasıl olduğunu merak
ediyorsanız, genellikle kapı kulpları yok. Tuvalet kağıdı bazen bulunabiliyor.
Genellikle alafranga, neredeyse bir tek trende gördüm alaturka tuvalet. Her
vagonda bir alaturka bir de alafranga tuvalet vardı.
Sürekli bir temizleme halleri var. Ancak
yollar o kadar da temiz değildi. Ya da kendileri de pek dikkat etmiyor hijyene
diye düşünüyorum. Örneğin sokağa tükürenleri geçtim, yediği meyvelerin
kabuklarını biriktirip, yemeği bitirdikten sonra çöpe atmak yerine yola atan
pek çok insan gördüm. Ya da izmaritleri eliyle tek tek toplayıp sonra da kendi
dükkanının önünden yolun karşı kıyısına fırlatan da. Yalnız tüm bunlara ek
olarak otelleri ve evlerini sürekli sularla silip süpürüyorlar. Kaldığımız iki
otelde otele girmeden önce ayakkabılarımızı çıkartmamız gerekiyordu.
Herkesin ya bir kuşu, ya da bir köpeği
var. Köpekler genellikle küçük köpeklerden, herhalde fazla yemedikleri için
tercih ediliyorlar diye düşünmeden edemedim. Normalde ne yalan söyleyeyim küçük
köpeklerden pek haz etmem, fazla çığırtkan buluyorum kendilerini, ancak sanırım
sadece Avrupa'dakiler böyle. Çünkü Vietnam'dakiler inanılmaz sakin ve şirindi.
Bir anda sempatimi kazandılar, bayıldım bu köpeciklere. Belki bu kadar sempatik
olmalarında özgür olmalarının da etkisi vardı. Hiçbiri bağlı değildi ama ne
insanlarla ilgileniyor, ne de kendi aralarında kavga ediyorlardı. Yine de köpek
konusunda bu kadar özgürlerken koca koca kuşları (kumru) küçücük kafeslere
koymaları bana pek eşitlikçi gelmedi. Kanadını açmayı geçtim, içeride sağa sola
bile dönemeyen zavallı kumruya nasıl üzüldüm anlatamam.
Genellikle tur programları sabit. Tek
başına bir program yapmak ya zor ya da taksi veya motosikletten birini seçmek
gerekiyor. Motoru tehlikeli bulduğumdan, bisiklet kullanmak da imkansız
olduğundan çoğunlukla tur şirketleri vasıtasıyla günübirlik veya bir kaç günlük
turlara katıldık. Gelip sizi otelinizden özel araba veya otobüsle alıyorlar.
Bizdeki Maşallah yazısı ya da nazar
boncuğu gibi her arabada bir tane buddaha heykeli ya da çıkartması bulunuyor.
Motosiklet üstünde herşeyi yapmak mümkün.
Bir kaç örnek vermek gerekirse, telefonda oyun oynayabilir, kitap okuyabilir,
uyuyabilir, yemek çubuklarını kullanarak noodle çorbası içebilirsiniz.
Genellikle motosiklete en az 4 kişi binildiğinden küçücük çocukların daha
doğar doğmaz denge konusunda oldukça deneyim edindiklerini düşünüyorum. Elbette
en yukarıdaki fotoğrafta gördüğünüz gibi herşeyi taşımak mümkün. Özellikle
küçücük kafeslerden kafalarını çıkartan pembe domuzlar ve tavuklar ile su dolu
poşetlerde uçarmışçasına taşınan süs balıkları favorimdi. Ne yazık ki iki durumu
da fotoğraflamayı başaramadım hızdan dolayı.
Ben çekemedim ama başkaları çekebilmiş :) (Kaynak) |
Ben çekemedim ama başkaları çekebilmiş (Kaynak) |
Genel olarak bahşiş beklemiyorlar, ancak
taksiciler bahşiş konusunda buyurgan olabilirler.
Eğer bizim gittiğimiz mevsimi seçerseniz
büyük ihtimalle pirinç dolu, yemyeşil tarlalara ancak güneyde rastlayacaksınız.
Yalnız ister kurumuş olsun, ister pirinç dolu, dikkatinizi büyük ihtimalle
tarlanın ortasında konuşlanmış mezarlar çekecek. Sanıyorum ölen kişiyi aynen
tarlasına gömüyorlar, yoksa tarlaların içine rastgele serpiştirilmiş mezar
taşlarının başka bir açıklaması olamaz.
Son olarak, bütçeden bahsedersek, biz
ortalama 45 euro ile kapattık 21 günü. Ancak ne yediğimizden taviz verdik, ne de
kaldığımız yerlerden. Gidip de en lüks yerde kalmadık tabii ama kendimize ait
oda ve banyo olmasına, bir adet penceresi ve bazen de kliması olmasına dikkat
ettik. Öte yandan bu fiyata aldığımız pek çok hediyelik ve yılbaşı gecesi
yaktığım için yenisini almak zorunda kaldığım manto da dahil. Normal şartlarda
geceliği 15$'a iki kişi güzel bir oda da konaklayabilir, günlük
kişi başı 5$'a da 3 öğün yemek yiyebilirsiniz.
Şimdiden iyi geziler diliyorum, en kısa
zamanda bağlantılı diğer yazıları da yazıp paylaşmaya çalışacağım.
0 yorum:
Yorum Gönder