Almanya’daki son durağımız Köln idi.
Heidelberg - Köln arası yaklaşık 3,5 saat sürüyor. Biz öncelikle Bonn’a gidip
orada bir gece kalmış, ertesi sabah da Köln’e geçmiştik. Köln - Bonn arası
sadece 25 dakika sürüyor trenle.
Köln Almanya’nın dördüncü en büyük şehri.
Tur otobüsünde dinlediğimize göre şehirdeki en kalabalık yabancı nüfus Türkler.
Şehrin simgesi ve her yerde bulabileceğiniz ürün ise “kolonya”. Fransızca Eau
de Cologne ve Türkçe’ye kolonya olarak aldığımız bu ünlü limon kokusu,
günümüzde pek çok formda karşımıza çıkabiliyor. Banyo sabunundan tutun, el kremine
kadar pek çok ürün vardı. Eau de Cologne’da bizim anladığımız kolonyadan çok parfüm
olarak kullanılıyor. Hemen her dükkanda bulmak mümkün ancak numunelik boydaki
şişelerin fiyatı el yakıyor. Ufacık şişeler (50ml’den daha küçüklerdi) 25-30
euroya satılıyor. En eski ve en bilinen marka ise “4711”. İsmini dükkanın kapı
numarasından alan bu markanın ana dükkanı pazar günleri kapalı. Ancak merkezde,
katedral meydanında da bir kaç küçük butik gördüm aynı isimle.
Köln’e varıp tren istasyonundan
çıktığınızda sizi Kölner Dom yani katedral karşılayacak. Gerçekten de yüksek
olan bu katedral oldukça heybetliydi. Katedralin karşı köşesinde ise turist
bürosunu bulabilirsiniz.
Şansımıza Köln’e vardığımızda hava oldukça
kapalı, rüzgarlı ve yağmurluydu. Hiçbir şey yapmamaktansa bari otobüse binelim
diyerek turist bürosunun yolunu tuttuk. Yaklaşık olarak 10-12 euro’ya birer
tur otobüsü bileti alıp yarım saat sonra kalkacak olan otobüsümüzü katedralde
beklemeye başladık.
Hemen katedralin olduğu meydana kurulan, fakat sağanak yağış ve rüzgardan nasibini alan konser sahnesi. Neyin kutlamasıydı anlayamadık. |
Katedral her ne kadar heybetli de olsa
bize içi biraz dar gibi geldi.
15-20 dakika içeride oyalandıktan sonra
hemen katedralin tren istasyonu tarafından kalkacak olan otobüsümüze geçtik.
Böylelikle hayatımızda ilk defa bu tarz bir otobüse de binmiş olduk. İkinci
katta yerimizi aldık, ancak elbette ki kötü hava koşulları sağ olsun otobüsün
üstü kapalıydı.
Otobüste bulunan rehber hem Almanca, hem
de İngilizce anlatım yapıyor. Ayrıca verilen kulak sayesinde Fransızca,
İtalyanca, İspanyolca ve Çince gibi dillere ulaşabiliyorsunuz. Açıkçası Türkçe
seçeneği olmaması beni biraz şaşırttı. Özellikle Köln gibi Türk nüfusun fazla
olduğu bir yerde Türkçe’yi de eklemelilerdi. Zaten (en azından Fransızca için
konuşmak gerekirse) kulaklıkla ulaşılabilen dillerin çeviri de pek matah
değildi, en azından aksan kısmı. Demek ki kaliteye çok önem vermiyorlar, birine
ucuza Türkçe kayıt da yaptırabilirlerdi.
Bu dondurma külahının neden özellikle bu binanın üzerinde olduğunu bilmiyorum. |
Otobüs turu yaklaşık olarak 1 saat 15
dakika sürdü. Köln küçük bir şehir sayılmaz, ancak otobüsün sadece merkezi
yerlerde tur attığı düşünülürse, sanırım her sokaktan geçtik. Hatta bir ara yön
duygumuzu bile kaybettik, aynı meydanın 4 farklı yerinden geçince insan ‘ben
neredeyim yahu’ hissine kapılabiliyor rahatlıkla.
Modern binalar |
Çikolata Müzesi |
Otobüsten indikten sonra ilk işimiz gidip
karnımızı doyurmak oldu. Eminim şehirde çok güzel yerler vardır, ama hava
sağ olsun hemen yakında bir yere girelim dedik ve otobüs durağının karşısında bulunan
Gaffel Am Dom Brauhaus’a girdik. Böylelikle Gaffel Kölsch denen Köln tipi
biralardan birini deneme imkanımız da oldu. Köln biralarının sunumundaki en
ilginç nokta ise bira bardağının şekli. Normalde Almanların hep koca koca
bardaklarda bira içtiğini sanırız, oysa Köln’de tam tersi bir durum mevcut.
Bildiğiniz rakı bardağı formundaki bardaklarda içiliyor bu biralar. Hatta
girdiğimiz lokantada bizdeki askı tipi çay tepsilerinde servis ediyorlar biraları.
Karnımızı doyurduktan sonra bir süre
şehirde dolaştık. Ancak pazar günü olduğundan tüm dükkanlar kapalıydı. Bu arada
size tavsiyem, eğer suya vs. gereksiniminiz varsa gidip tren istasyonunda
bulunan marketlerden birini kullanmanız, çünkü merkezde gördüğümüz
süpermarketler suyu normalin 3 katı fiyata satıyordu.
Sonunda etrafta yapacak bir şey
bulamadığımızdan çikolata müzesine gitmeye karar verdik. İyi de yapmışız, biz
içeri girer girmez tekrar yağmur bastırdı.
Çikolata müzesi çok ilginç bir müze
olmamakla beraber çok vasat da gelmedi bize. Hatta içeriyle ortak ölçekli bir
çikolata fabrikası bile kurmuşlar. Çikolatanın üretimden paketlenmeye karar
hangi aşamalardan geçtiğini kabaca görebiliyorsunuz.
Kahve |
Vanilya bitkisi |
Ayrıca çikolata tarihi üzerine de bir kaç
kat bulunuyor. Yalnız genel olarak müze çikolata müzesinden çok Lindt müzesi
gibiydi. Lindt İsviçre markası olduğundan ve Almanların kendi çikolata
markaları (Ritter Sport) olmasına rağmen müzeye koymamaları bize biraz ilginç
geldi.
Şirin çikolata kutuları |
Kinder'in evrimi |
Bu da Paskalya zamanı için sanırım. Çikolata yumurtlayan tavuk. |
Bu kutular için 1950-1970 demişler ama ben küçükken çok vardı bunlardan. Hatta şimdi de vardır pastanelerde falan. |
Lindt'in meşhur tavşanı. Kağıdı açılınca böyle bir şey oluyormuş. |
Müzeden çıktıktan sonra tekrar yürüyerek
merkeze döndük. Bir süre katedralin arka kısmında kalan yeşillik alanda, nehir
kıyısında oturduk. Sonrasında da Heidelberg’e geri dönmek üzere trenimize bindik.
Bir diğer Kölsch. |
Binaların arasında güzelliklere rastlamak da mümkün. |
Son olarak ufak bir not. Eğer gezmek
isterseniz şehir de girişin bedava olduğu bir de botanik parkı varmış. Biz
otobüsle önünden geçtik şehir turu sırasında, güzel gözüküyordu; ancak yağmur
yağdığı için geri dönmedik gezmek için.
0 yorum:
Yorum Gönder