Almanya’daki dördüncü durağımız Bonn
idi.
Almanya’nın
en eski yerleşim yerleri arasında bulunan Bonn, aynı zamanda eski
başkentlerden. Bunun da getirdiği bir şey olsa gerek, şehir de bir ağırlık
hakimdi. Gerçi bizim Ankara kadar kapalı ve basık gelmedi bana, ancak devlet
eli değdiği biraz belli oluyor. Neyse ki şehrin içinden geçen Ren Nehri insanı
biraz kendine getiriyor.
Heidelberg’den
Bonn’a olan tren yolculuğumuz yaklaşık olarak 3 saat sürdü. Yolculuğun özellikle
son 1 saatlik kısmını Ren Nehri kıyısında geçiriyorsunuz. Bu süre zarfında
şirin şirin kasabalar görmek mümkün, bir nevi vadinin içerisinde akıyor nehir.
Her ne
kadar bana pek geniş gelmese de ticaret açısından oldukça büyük bir öneme sahip
olduğunu düşünüyorum Ren Nehrini’nin. Zaten bunu da her dakika başı ağzına
kadar yükle oradan oraya giden uzun nehir teknelerinin çokluğundan anlamak
mümkün.
Ne yazık
ki Bonn’a vardığımızda hava biraz kapalıydı. Geceyi bir arkadaşımızın evinde
geçireceğimizden öncelikle ona uğrayıp çantalarımızı bıraktık. Arından da
şehrin merkezine geri dönmek için nehrin iki kıyısını birbirine bağlayan küçük
teknelerden birine bindik. Aslında çok da şart değil bu tekneleri kullanmak,
ancak neymiş ne değilmiş diye bir iki kereliğine binmek fena fikir değil. İki
kıyı arasında yolculuğunuz alt tarafı 3 dakika falan sürüyor, zaten 0,5eurodan
daha az bir ücreti olması lazım geçisin, ancak teknenin kalkması için en az 15
dakika beklemek zorunda kalabilirsiniz.
Tekneden
indikten sonra ilk durağımız olan turist bürosuna ulaşmak için yürümeye
başladık. Bu sırada da şehrin merkezinden geçme fırsatını yakaladık. Doğal
olarak Üniversite binasının da. Binanın önündeki yeşillik alanda genellikle
insanların oturup dinlendiğini duymuştum, ancak biz gittiğimizde hem hava
yağışlı olduğundan, hem de kocaman bir tente kurulduğundan çimenlerin üzerinde
kimsecikler yoktu.
Üniversitenin
avlusundan geçtik, ancak binaların içerisine girmedik. Zaten girmek yasak da
olabilir bilmiyorum. Bana biraz Galatarasay Lisesi’nin binaları gibi bir havası
var gibi geldi. Nitekim eski baronların kullandığı bir binaymış bu üniversite
binası ancak öyle abartılacak kadar bir güzelliğini de göremedim. Bilemiyorum
tabii içini.
Üniversite binası |
Şehrin her yerinde Romalılardan kalma bir şeylere rastlamak mümkün |
Turist
bürosuna varıp 0,5 euroya bir şehir planı satın aldıktan sonra, hava da
yağmurlu olduğu için şu iki katlı otobüslerden birine binmeye karar verdik.
Ancak cumartesi günün ve havanın hikmeti olsa gerek, tüm otobüsler doldu
dediler. Bunun üzerine mecbur yürümeye karar verdik.
Öncelikle
büronun karşısında bulunan bir büfeden atıştırmalık açma-poğaça vari bir şeyler
aldık. Fena değillerdi. Gücümüzü topladıktan sonra da ilk durağımız Beethoven-Haus (Beethoven’ın doğduğu ev) oldu. Evin önünde herkes
fotoğraf çekiyor, fakat kimse girmeye yanaşmıyordu. “Kapalı mı acaba?” diye
düşünerek saatleri gösteren panoya yaklaştık. Açık olması gerekiyordu. Kapıyı
biraz zorlayıp içeri girmeye yeltenince muazzam bir kalabalığın kapıyı
tıkadığını gördük. Bunun üzerine biz de içeri girmekten vaz geçip önce
dışarıdan fotoğraf çektik, sonra da hemen yan binada bulunan hediyelik
eşyacısına uğradık ne var ne yok diye. O arada gördük ki, hediyelik eşyacıdan
da eve bir geçiş var, ancak içerisi hem çok havasız, hem de tıka basa dolu
olduğu için içeri girmekten hepten vazgeçtik.
Sonuç olarak biz de sadece dışarıdan fotoğrafını çektik evin |
İkinci
durağımız Arithmeum idi. Arithmeum bir matematik müzesi. En
başta gözünüze sıkıcı gözükebilir, ancak biz içeride çok eğlendik. Hem fazla
gezen olmadığı için rahattık, hem de çeşitli aletleri kullanabildiğiniz için
eğlenceli bir ortam yaratmışlardı. Örneğin eski abaküsler, hesap makinası
olabileceğine inanamadığınız büyüklükteki tahtalar, eski yazar kasalar, hemen
her birinden bir örnek denemek mümkündü.
İnkalar'ın iplere düğüm atarak hesap yaptığını biliyor muydunuz? |
Açıkçası ben de en ortada duran abaküsün mantığını pek anlayamadım. Eğer üzerinde hesap makinası varsa, neden bir de abaküse ihtiyaç duyalım ki?:) |
Eski tip yazar kasalardan biri. Kullanmak serbest, ama dikkat, çok ses çıkartıyorlar :) |
Özellikle çocuklu ailelerin, biraz da matematiğe ilgiyi arttırmak amacıyla
gidip görebileceğini düşünüyorum. Dışarıdan pek büyük gözükmese de 4-5 katlı bir
bina, her katta da bir sürü şey var inceleyecek. Giriş ücreti indirimli
(öğrenci vs) 2euro, tam 3 euro idi.
Bu arada Arithmeum’a giderek yolda Haribo’nun satış mağazasına da uğramadan
edemedik. Yetişkin olmamıza rağmen “aa şu şekere bak” “aa bunu da biliyorum ki”
diye yarım saat geçirdik içeride, sonunda da ufak bir iki bir şey alıp çıktık.
Dilerseniz Beethoven şeklindeki jelibonlardan da almak mümkün.
Üçüncü
durağımız ise Haus der Geschichte idi. Almanya’nın tarihini anlatan bu müzeye giriş
ücretsizdi. Tek problem her açıklamanın sadece Almanca yazılmış olmasıydı, o
yüzden biraz sıkıldığımızı itiraf etmeliyim. Benzer bir müzeyi Berlin’de de görmüştüm.
Açıkçası hoş, çevrede pek çok görsel var, ancak açıklamaların İngilizce’ye çevrilmemiş
olması yazık olmuş diye düşünüyorum.
Müzenin giriş kısmından bir kare |
İçeride eskilere ithafen yapılmış bir sinema salonu da mevcut. Tabii sadece kısa bir kaç film göstermek için ufak bir bölüm. |
Sinema gibi, bar da mevcuttu |
Çiçek çocuklara değinmeden olmazdı |
Bu da karavanın içi |
Açıkçası bazı bölümler bana fazla Amerikan vari geldi. Sanırım Amerika tarihi üzerine bir müzeye girseydik de bu eşyalarla karşılaşırdık |
Bu da Türkiye'den gelecek işçileri teşvik etmek için hazırlanmış Türkçe bir afiş. |
Eğer Haus der Geschicte‘e şehir merkezinden yürümek
istiyorsanız size tavsiyem otobüse vs binmeniz; çünkü harita üzerinde yakın
gibiydi ancak sanıyorum biz bi‘ 45 dakika kadar yürüdük. Yalnız otobüs
saatlerin de dikkat etmek lazım, çünkü pek sık değillerdi. Ya da bizim
şansımıza öyle denk geldi dönüşte.
Şehir merkezindeki Beethoven'in heykeli. En azından ben o diye çektim :) |
Yine de Arithmetium ve tarih müzesi arasındaki sokaklar pek hoşumuza gitti. Yürümek de güzel bir seçenek olabilir. |
Stuttgart gibi burada da dönen Mercedes simgeleri binaları süslüyordu. |
Tüm bunlara
ek olarak şehirde gezmeyi düşündüğümüz bir de botanik bahçesi vardı, ancak
yağışlı hava ve vaktin kısıtlı olması o planımızı atlattı.
Genel
olarak bana 1 tam gün Bonn’u gezmek için yeterli geldi. Belki çevresinde
gezmeyi düşündüğünüz başka yerler varsa bir iki gün daha ekleyebilirsiniz
gezinize. Örneğin hemen komşu şehir olarak Köln var. Nitekim orası hakkında
izlenimlerimi de bir sonraki yazımda aktaracağım. Ancak bilgi vermek açısından
Köln - Bonn arası trenle yaklaşık olarak 25 dakika sürüyor. Biz gelişimizi Bonn’a,
dönüşümüzü de Köln’den yaptık. İki şehirden de Heidelberg’e direkt tren bulmak
mümkün. Hızlı davranırsanız 19euroluk biletlerden bulabilirsiniz. Hatta belki daha
ucuzları da vardır. Biz Heidelberg-Bonn biletini 10 gün kadar önce almıştık.
Umarım
sizin geziniz sırasında hava yağışlı olmaz. Şimdiden iyi eğlenceler :)
0 yorum:
Yorum Gönder