Neredeyse
2,5 yıl olmuş Paris Güncesini yazalı. İnanamadım birden. Ne kadar hızlı
geçiyor zaman ve ben yine Paris'deydim.(Paris Güncesi'ne ulaşmak için tıklayınız...)
Biraz
sürpriz oldu bu seferki gezi. Öyle plan-program yapmadım, yapamadım. Zaten
gezip görmek için de hiç görmediğim bir yere gitmeyi tercih ederdim, ama arada
gelen fırsatları değerlendirmek lazım, herşeye rağmen güzel geçti. İlk gezimde
göremediğim, yapamadığım şeyleri kapatmaya çalıştım, biraz da ayrıntıya indim
Paris'de.
Mesela ne
yaptım? Gittim Notre Dame'ın tepesine çıktım, bahçelerde daha çok vakit
geçirdim, Napoleon'un mezarını ziyaret ettim, kuşları fotoğrafladım. Belki aynı
yerleri aynı açılardan çektim, ama bu sefer fotoğrafları yeşille renklendirdim.
Biraz daha sempatik gözüktü Paris gözüme, her köşe başında beni Paris yerlisi
sanıp yol yordam soran turistler sayesinde daha fazla kendimi aşina hissettim
şehre. Ama yine de koysalar beni
bu şehre yaşayamam yani.
bu şehre yaşayamam yani.
Paris de
ulaşım oldukça pahalı. Bunu daha evvel de belirtmiştim. Mümkünse önceden
internet üzerinden günlük kartlar ve kart fiyatları hakkında bilgi edinin.
Mesela on gün kalacaksanız bile sizin için aylık kart almak daha avantajlı
olabilir. Ben yaklaşık olarak 4,5 gün kaldım. O yüzden 5günlük sınırsız kart
aldım. Yaklaşık olarak 30 euro ödedim. Tabii hangi bölgeleri ziyaret
edeceğinize göre kart/fiyat kombinasyonları da değişim gösterebilir.
Her ne kadar
elimde sınırsız ulaşım kartım olsa da, daha önceden bir daha hiç
gelmeyecekmişcesine Paris'i hatmettiğim için bu sefer yürüyerek gezmeye karar
verdim biraz. Yine de harita üzerinde gördüğünüz mesafeler tahmininizden çok
daha uzun sürebilir. Dikkat edin.
İlk durağım
Luxembourg Bahçeleri idi. En son bıraktığıma göre inanılmaz yeşil buldum tabii
ki. Böylece blok gibi kesilmiş ağaçları da daha net görmüş oldum.
Elbette
favorim olan Médicis Çeşmesi'ni de fotoğraflamayı unutmadım.
Ve çeşmenin
yanındaki kuşları da arşivime kattım :)
Luxembourg
Bahçeleri'nden çıkıp Notre Dame Katedrali'ne doğru yürürken daha önceden dikkat
etmediğim ayrıntıları da fotoğraflama imkanım oldu. Mesela Saint Sulpice
kilisesine rastladım, kapalı gördüğüm için ziyaret etmedim, ama anladığım
kadarıyla ziyarete de açık.
Pek çok
binanın üzerinde çeşitli işçilikler olduğunu gördüm veya sağlı sollu
konuşlanmış, güzel döşenmiş kafelere biraz daha dikkatli baktım.
Saint Michel
Çeşmesi'ni hep uzaktan görüntüledim şimdiye kadar. Bu sefer bir de yanına gidip
çektim.
Yazın, Noel tatiline nazaran daha
çok turist olduğuna karar verdim. Hem kuyruklar daha yoğundu, hem de etraf daha
bi' kalabalıktı. Büyük ihtimalle dil eğitimi için Fransa'da bulunan pek çok
öğrenci grubu da oldukça yer kaplıyordu.
Seine Nehri'nin üzerinden geçerken Bateau Moucheları da çekmemezlik
etmedim.
Ve sonunda
Notre Dame'a vardım. Tabii beni bekleyen upuzun bir kuyruk olduğunu
bilmiyordum.
Böylece 1,5 saat kadar kuyrukta
bekledim. Ben beklerken hava da değişti. Önce güneş biraz kapadı, sonra rüzgar
çıktı, sonra yağmur başladı... En son ben de "acaba çıkmasam mı tepesine,
yağmur yiyeceksem ne anlamı var" diye düşünmeye başladım. Ama kuyruk bana
kadar gelmişti ve bütün sabahı kuyrukta geçirmiştim, böylece yavaş yavaş yukarı
çıkmaya başladım.
Çık çık çık... Önce bilet kuyruğunda
mola verdik. 26 yaş altı olmama rağmen Avrupa Birliği'ne mensup bir ülkede
oturmadığım gerekçesiyle para ödemek durumuna kaldım (normalde 26 yaş altına
müzeler bedava). Paşa paşa 5,5 euromu ödedim ve tekrar merdivenleri çıkmaya
başladık. Anlayacağınız üzere Notre Dame'ın tepesine çıkmak için herhangi bir
asansör sistemi yok. O yüzden 400 basamak çıkmakla probleminiz olacağını
düşünüyorsanız içeri girmeden önce dikkat edin.
Tepeye vardığımızda yağmur dinmişti.
Güneş yoktu, kapalı bir Paris sabahıydı ama fotoğraf çekmeye engel değildi.
Böylece aşağı uçmayalım diye üzeri kafesle kapatılan, belki de normalde yol
bile olmayan balkonlardan geçerek heykelleri ve Paris'i fotoğraflamaya
başladım.
Biz ise aşağıdan böyle görünüyor olmalıydık :
Yine Notre Dame'ın bulunduğu île de la Cité'de daha önceden fark
etmediğim pek çok ayrıntı çarptı gözüme. Örneğin artık yer altında kalmış olan
arkeolojik kalıntıların sergilendiği bir bölüme bir kaç basamakla inmek mümkün.
Nitekim ben de indim, ancak gezemedim, çünkü havalandırma sisteminde bir sorun
olsa gerek, nefes almaya imkan yoktu içeride. Biraz da klostrofobim tuttuğundan,
kendimi dışarı attım.
İkinci nokta ise adanın diğer
tarafında, hastanenin arkasında kalan çiçekçiler kısmıydı. Herhalde Paris'de
oturuyor olsam en çok ziyaret edeceğim noktalardan biri olurdu burası. Çok
güzel ve ucuza çiçekler vardı, ayrıca çeşitli hediyelikler de bulmak mümkün.
Bunlara ek olarak iki tane de çeşme vardı. Üzerinde 'içilebilir' ya da
'içilmez' yazmıyordu, ama ben şansımı denedim ve boş su şişemi doldurup rahat
rahat içtim. Zehirlenmedim.
Su ihtiyacımı giderdikten sonra
yavaş yavaş Louvre'un olduğu kısma doğru yürümeye başladım. 3 euro'ya aldığım
sandviçimi yemek için sakin bir yer arıyordum. Neyse ki hemen Louvre
Meydanı'nın yanında bulunan Jardin des Tuileries
yazın oturup soluklanmak ve birşeyler atıştırmak için en ideal mekanlardan
biriydi.
Yemeğimi yedikten sonra tuvalet
arayışına başladım. Böylelikle Louvre'un altında bulunan alışveriş merkezini (Carrousel de Louvre) de keşfetmiş
oldum. İçeride müze havası da hakimdi. Etrafta taş duvarlar ve elbette
Louvre'un meşhur piramidinin alt kısmı vardı. Ayrıca pek çok restoran ve
dükkan da oldukça kalabalıktı.
En başta tuvalet olduğunu
anlayamadığım tuvaleti bulmam biraz uzun sürdü. Tuvaleti kullanmak için para
ödemeyi bekliyordum, ama hizmette sınır tanımayan bir tuvalet beklemiyordum.
Tuvaletin girişi (bekleme kısmı) bir mağaza şeklinde düzenlenmişti. Çeşit çeşit
tuvalet kağıtları (mesela Paris desenli tuvalet kağıtları), klozet kapakları,
sabunluklar vs. aklınıza gelebilecek tuvalet ile ilgili pek çok şey, biraz da
uçuk fiyatlara, satış halindeydi. Siz böyle aval aval etrafa bakınırken şık bir
hanım yanınıza gelip 1,5 euro rica edecek. Sonrasındaysa işler daha da
ilginçleşecek. Bayanlar tuvaleti kısmında vızır vızır dolaşan adamlar
göreceksiniz. Şaşıracaksınız tabii doğal olarak, sonra anlayacaksınız ki
kendileri tuvaleti temizlemekten sorumlu. Ancak öyle basit bir iş değil
yaptıkları (!), biri tuvaletten çıkar çıkmaz arkasından giriyorlar, 10 saniyede
temizleyip geri çıkıyor ve sıradaki kişiyi tuvalete yönlendiriyorlar. Tabii
böylelikle hem sırada bekleme kat sayınız artmış, hem de Paris'deki toplam su
kullanımı 2'ye katlanmış oluyor. Yine benimle birlikte sırada bekleyen Türk bir
aile sayesinde ('nasıl bir tuvalet burası yahu Haşmet, tuvalet di mi?'
cümleleri eşliğinde), en azından bu duruma şaşıranın sadece ben olmadığımı
anlıyorum.
Paris de
ilgimi çeken bir diğer nokta 'ulaşım'. Bir yerden bir yere gitmek için metro ya
da otobüs kullanmak oldukça olağan. Ya da artık pek çok şehirde uygulanan
bisiklet kiralama veya taksi bisiklete binmek de oldukça moda. Ancak türlü
türlü taksiyi herhalde ancak Paris'de bulabilirdim.
Taksi
bisikletlerden bahsettim.
Bunlara ek
olarak 3 tekerlekli triportörler de var.
Ayrıca
Notre Dame çevresinden başlayıp size tur attıran üzeri açık Vosvoslar da
cabası.
Eğer
hiçbirinden memnun kalmazsanız yaklaşık olarak 20dakikası 89euro'ya bir adet
Ferrari de kiralayabilirsiniz. Böylece 'Paris'e de gittim, Ferrari'ye de
bindim' diyebilirsiniz. :)
Bir sonraki
durağım Eiffel Kulesi idi. Daha doğrusu Eiffel'in çevresi diyelim. Ben
görmeyeli kuledeki asansör sistemi biraz değişmişti. Daha önce kulenin
bacaklarından yukarı doğru çıkan asansörler, direkt kulenin ortasına monte
edilmişti. Açıkçası (tabii ki teknik gereklilikleri bilemem) bir önceki hali estetik
olarak daha şık duruyordu.
Paris'de
görmek istediğim bir diğer nokta ise Özgürlük Heykeli idi. Eiffel ve Özgürlük
Heykeli'ni aynı karede birleştirmek istiyordum. Nitekim istediğimi
gerçekleştirdim.
En başta
"Sahte mi bu heykel?", "Nereden çıkmış Paris'de bir Özgürlük
Heykeli dikme fikri", diye düşünülebilir. Sanırım olayları biraz
netleştirmek gerek.
Çoğumuz
Amerika'da bulunan Özgürlük Heykeli'nin aslında Osmanlı tarafından sipariş
verildiğini bilmez. 1860'lı yıllarda Mısır Hidiv'i Said Paşa tarafından Fransız
heykeltıraş Frederic Auguste Bartholdi'ye ısmarlanmış ve o zamanki Osmanlı
Padişahı Abdülaziz de heykelin masrafını ödemiş. Amaç, o dönemde imzalanan
Süveyş Kanalı inşası için Kızıldeniz ve
Akdeniz'in birleştiği noktaya bu heykelin dikilmesiymiş. Heykel, firavunların
giysilerine bürünmüş ve elinde "Asya'nın ışığının Mısır'dan
geldiğini" simgeleyen bir meşale tutan bir kadın şeklinde tasarlanmış,
ancak Hidiv İsmail Paşa, yerel halk arasında huzursuzluk çıkabileceği gerekçesiyle
heykelin inşasını istememiş. Böylelikle heykel Paris'de bir depoya kaldırılmış
ve 20 yıl beklemiş. Sonrasında da dönemin Fransa - ABD arasındaki iyi
ilişkilerine ve ABD'nin kuruluşunun 100. yılını kutlayacak olmasına hitaben, üzerinde
bir takım değişiklikler yapılarak, 1886 yılında New York'a gönderilmiş. Küçük
boyutlardaki bir kopyası ise Paris'e dikilmiş. Ayrıca Osaka, Pekin, Bordeau,
Priştine gibi başka şehirlerde de heykelin birer kopyası bulunmaktaymış.
Yine de
yukarıdaki fotoğrafa baktığımız zaman, sağda bulunan göktelenimsi binalar
sayesinde, "Paris'de bir Manhattan" gibi duruyor bu mahalle.
Özgürlük
Heykeli ve Eiffel Kulesi'ni aynı kadraja sıkıştırmak için üzerinde durduğum
köprü ise diğer pek çok Paris köprüsü gibi şiirlere konu olan Mirabeau Köprüsü.
Le Pont Mirabeau aslında Fransız şair
Guillaume Apollinaire'e ait. Türkçe'ye de pek çok çevirisi yapılmış, ben de
sizinle Cemal Süreya çevirisini paylaşacağım. Ancak aynı şiirin Necati Cumalı,
Tahsin Saraç ve Ahmet Necdet çevirileri de var.
Seine akıyor Mirabeau
Köprüsü’nün altından
Ve
şu bizim aşkımız
Olur mu
durasın şimdi anımsamadan
Sevincin geldiğini
ancak acının ardından
Çalsana
saat insene ey gece
Günler
geçiyor bense hep aynı yerde
Yüz yüze duralım
böyle elin elimde kalsın
Ve
aksın dursun
Sonsuz
bakışlar dalgalar yorgun argın
Köprüsü altından
kollarımızın
Çalsana
saat insene ey gece
Günler geçiyor bense hep aynı yerde
Aşklar akıp gidiyor şu akarsu gibi
Akıp
gidiyor aşklar
Hayat
öyle durgun öyle yavaş ki
Ve umut nasıl zorlu nasıl depdeli
Çalsana
saat insene ey gece
Günler
geçiyor bense hep aynı yerde
Günler geçiyor günler haftalar yaman
Ve
dönmüyor geri
Ne
çıkıp giden aşklar ne geçen zaman
Seine akıyor Mirabeau Köprüsü’nün altından
Çalsana
saat insene ey gece
Günler
geçiyor bense hep aynı yerde
Kısa bir şiir molasının ardından tekrar Paris'e
dönüyorum.
Paris'de
ziyaret ettiğim bir diğer durak Les
Invalides idi. Les Invalides için
içerisinde Napoleon'un da mezarı olmak üzere pek çok küçük yapı burundan bir
askeri müze diyebiliriz. Her zamanki gibi indirime tabii olmadığım için tam
giriş parası olan 9euro'yu ödeyerek çevrede dolaşmaya başladım. İlk durağım
Napoleon'un mezarı idi. İki kat ve büyük bir kubbe ile desteklenen yapı oldukça
ihtişamlıydı. Ayrıca alt kata inen mezar kapısı da Mısır'daki firavun
mezarlarına taş çıkartacak biçimde süslenmişti.
İkinci
durağım I. ve II. Dünya Savaşı kısmı idi. Atılan gazlardan bebekleri korumak
için geliştirilen bir maske:
Özellikle
Afrika'daki sömürge hareketleri sırasında rütbeli kişilerin kendilerini
taşıttırmak için kullandıkları koltuklardan biri:
Orduyu
desteklemek veya orduya katılmak için halka çağrıda bulunan afişlere örnekler:
Uçaklara takılan silah düzeneklerinden biri:
Sonrasında savaş silahları kısmına geçtim.
Türk yapımı kalkan:
Osmanlı işi silah ve zırh (zaten zırha bakar bakmaz
Osmanlı işi olduğunu anlıyoruz çünkü zırh bile göbekli :D )
Ve son olarak bir kaç fotoğraf daha paylaşıp bu yazımı
da noktalıyorum.
- Kadıköy'deki gibi Paris'de de bir balon bulunuyormuş.
- Hemen her köprünün üzeri, aşklarını köprülere bağlayan insanlarla dolu. Aslında çaput dediğimiz olayın, biraz daha demirleşmiş hali. Mendil, kurdele veya eşarptan, asma kilide geçilmiş.
- Ara sokaklarda dolaşırken rastladığım bir başka kilise.
- Seine üzerinde konuşlanmış, restoran veya bar olarak kullanılan gemilerden iki tanesi.
- François Mitterrand kütüphanesi. 4 Katlı ve kare şeklinde inşa edilen kütüphanenin orta avlusunda küçük çaplı bir orman bulunuyor, ancak giriş yasak.
- Dünyanın çeşitli yerlerinden toplanan rögar kapakları ile oluşturulan heykellerden biri.
- İstanbul ve New York gibi başka şehirlerde de bulunan Dikili taş. Ne yazık ki bizim dikili taşın üzerinde bulunan altın kaplama Haçlı Seferleri sonrasında ortadan kaybolmuştur.
- Eiffel ve trenler...
- Simone de Beauvoir köprüsü
- Ve son olarak Joe Dassin'den Aux Champs Elysée eşliğinde Champs Elysée ve Zafer Takı'nı sizlere armağan ediyorum :)
1 |
2 |
3 |
4 |
4 |
5 |
6 |
7 |
8 |
9 |
10 |
0 yorum:
Yorum Gönder