Ocak aynın başında bir seminer için bir
haftalığına Oslo’daydık. Böylece hayatımda ilk defa bu kadar kuzeye gitmiş
oldum. Eee haliyle Oslo’dayken pek çok şehir ve ülke de güneyde kalıverdi
birden. Mesela hiç Danimarka’yı güneyde bir ülke olarak düşünmemiştim, ya da
Londra’nın Toronto’nun, Quebec’in bulunduğumuz yerden güneyde kalması oldukça
garipti. En azından bakışaçısı açısından :)
Sanıyorum Oslo’ya en depresif zamanlardan
birinde gittik. Tabii bunu gün içerisindeki gündüz/gece dengesine ithafen
söylüyorum. Hava sabah 9’dan önce aydınlanmaya başlamıyor, 14:30 - 15:00’de de kararmaya
başlıyor ve en geç 16:00’da etrafı tamamen karanlık oluyordu. Yani hava çok
bulutlu değilse ortalama 5,5 saatlik bir “gündüz” kavramı vardı biz oradayken.
Açıkçası bu durum bize çok da depresif gelmedi. Tabii topu topu 5-10 gün
kaldık, birkaç ay bu durumda kalmak insanı depresyona ne kadar sokar şuan için
bilemiyorum. Ama yıl sonundan itibaren kuzey ülkelerinin birinde
deneyimlemelere başlayacağımızı söyleyebilirim (hmm.. konum mu değişecek
nedir...).
OSLO’YA NASIL GELİNİR, HAVALİMANINDAN MERKEZE NASIL GİDİLİR?
Öncelikle Oslo’ya Cenevre’den nasıl
uçabileceğiniz ve havalimanından merkeze nasıl gelebileceğiniz gibi temel
bilgileri paylaşayım.
Cenevre’den Oslo’ya direkt uçmak için
sanıyorum tek seçenek Norwegian havayolları. Küçük bir havayolu şirketi ama biz
memnun kaldık. Eğer el bagajınız dışında bagajınız varsa ucuz havayolu
şirketlerindeki gibi bagaj için ödeme yapmanız gerekiyor ve 20kg’lık bagaj
hakkınızı sadece tek parça çanta için kullanabiliyorsunuz. Yani toplamda 15
kilo benim bagaj, ama iki parça derseniz almıyorlar bir parçayı, dikkat etmek
lazım. Bu arada dilerseniz kabinde bedava internet bulunuyormuş. Biz denemedik
ama reklamları gırlaydı. Uçuşumuz ortalama 2,5 saat sürdü.
Havalimanına indikten sonra Oslo merkeze
gitmek için 2 seçeneğiniz bulunuyor. Biri normal tren, diğeri ise FlyToGet
hızlı trenleri. Bu hızlı trenlerle 20 dakikada merkeze varıyorsunuz, çünkü iki
durak arasında işliyorlar. Ancak normal trenler (ya da dilerseniz merkezden
çalışan otobüsler de var) hem her durak da duruyorlar, hem de sanıyorum 1 saat
falan sürüyor merkeze gitmek. Ancak biletlerin daha ekonomik olması lazım,
çünkü FlyToGet biletleri, bir büyük tek yön için 190Nok yani yaklaşık olarak 19
euro. Ancak öğrenciyseniz (30 yaşına kadar öğrencilik kabul ediliyor. Bu da
olumlu bir şey bence, şimdiye kadar en fazla 25 yaşına kadar öğrenciliğinizin
kabul edildiğini görmüştüm. Yani 25 yaşından sonra öğrenci kartınız olsa bile
öğrenci indirimlerinden yararlanamıyorsunuz), yarı fiyatını ödüyorsunuz sanırım
85Nok(yaklaşık 8,5 euro) idi.
Şehiriçi ulaşım içinse ayrıca bilet almanız
lazım. Bu biletleri metroda, otobüste ve sanıyorum ki iki yaka arasında çalışan
feribotlarda kullanabiliyorsunuz. Kışın iki yaka arasında feribotlar
çalışmıyordu, o yüzden bilemiyorum. Tek yön bilet 30Nok, 24 saatlik bilet
90Nok. Eğer en az 3 kere otobüse bineceğinizi düşünüyorsanız tam günlük bilet
almakta yarar var. Bu biletlerde öğrenci indirimi var mı emin değilim,
indirimli biletler var ama sanıyorum 18 yaş altı ve 65 yaş üstüne.
NEREDE KALINIR?
Oslo'da kalacak yerler, hele bir de merkezi olsun diye bakıyorsanız pek de ucuz değil. Sanırım geceliği (iki kişi için) 70-80 euroya bir yerlerde kalabilirsiniz. Elbette daha ucuza konaklayabileceğiniz hosteller buralarda da var, ancak biraz şehir dışında geldiler bize.
Biz merkezde ilk önce tren istasyonuna yakın City Box Oslo'da konakladık. Oldukça rahattı. Kendi check-in ve check-out'unuzu kendiniz yapıyorsunuz otel girişindeki makinalar sayesinde. İlk girişte makine size kart veriyor. Bu kartla otele giriş kapısı ve odasınızın kapısını açabiliyorsunuz. Ayrıca aynı kart asansörü de çalıştırıyor. (Bu kart meselesi ikinci kaldığımız otel için de aynıydı).
Her ne kadar kaldığımızın ikinci günü sabah yolda çalışma olsa da, City Box'dan memnun kaldık.
İkinci kaldığımız otel ise Hotel Bondeheimen idi. Best Western'e bağlı bir otelmiş. Sabah kahvaltısı doyurucu idi, açık büfe olarak fena seçenek yoktu. Ancak uçağa yetişmemiz gerektiği için hepsini deneyemedik. Otel de kötü değildi. Ancak 7. katta olmamıza rağmen sokaktan inanılmaz gürültü geliyordu. Gece 3-4'e kadar zor uyuduk. O zaman da bayıldık kaldık herhalde yorgunluktan. Kış olmasına rağmen herkes sokakta içiyor sanırım. Sabaha kadar gülüşler, konuşmalar, çatal bıçak sesleri devam etti.
NE YENİR?
Oslo elbette balık memleketi. Özellikle de somonu pek meşhur. Ancak şöyle güzel geleneksel bir lokantaya gidip bir somon yiyelim derseniz o işte biraz zor. Çevredeki lokantalar çok pahalı. Örneğin en bilinen ve en merkezi yerdeki geleneksel yemek lokantası Grand Hotel'in içinde. Ancak hem çok pahalı hem de çok şık bir yer. İnsan içeri girmeye utanabilir o derece :p Ayrıca dışarıdan menüsüne bakınca pek çok yemeğin Fransız ağırlıklı olduğunu görüyorsunuz. Alt tarafı bir iki yöresel yemek var. Bu arada Grand Hotel'in vakt-i zamanında Edvard Munch ve arkadaşları tarafından oldukça tercih edilen bir mekan olduğunu da belirtelim. İşin özü, eğer yerel bir şeyler yemek istiyorsanız tren istasyonuna yakın olan Dovrehallen lokantasına gidebilirsiniz. Biz memnun kaldık. adres ve menü hakkındaki bilgilere lokantanın ismine tıklayarak ulaşabilirsiniz. Lokanta 1. katta. Girişteki yerin başka bir işletmeye ait olması lazım.
Yöresel yemekler dışında elbette etrafta çokça hamburgerci ve pizzacı var. Ama girdiğimiz pizzacıları pek beğenmedik.
Kahvaltı, atıştırmalık ve kahve/çay ihtiyaçlarınızı 7Eleven ya da ona benzer diğer dükkanlardan giderebilirsiniz. Arada elma ve muz gibi meyveler de satıyorlar. Elbette bir de Børek yani börek satıyorlar :) Fotoğrafını çekecektim ancak unuttum. Kol böreğine benziyordu bizim gördüklerimiz. Başka şeyler satın aldıktan sonra gördüğümüz için yeme şansım olmadı.
NORVEÇ HAKKINDA KISACA BİLMEK GEREKENLER
Norveç'e gittiğimizde hava sıcaklığı düşük olmasına rağmen şansımıza rüzgar olmadığından olsa gerek hava soğuk değildi (ya da biz iyi giyinmiştik). Tek sorun her yerin buz tutmuş olmasıydı.
Norveç'e gidince görmeyi ilk beklediğim şey uzun boylu, yapılı, sarışın insanlar idi. Ancak benim tipik iskandinav inanışımın tersine etrafta hiç de öyle koca koca insanlar yoktu. Almanya'da kendimi daha bir cüce hissetmiştim :p
Norveçliler hakikaten de çok nazik insanlar,
en azından bize denk gelenler öyleydi. Herkese de fazlaca güveniyorlar, bana
biraz saflarmış gibi geldi. Tabii bu kötü bir özellik değil, yanlış
anlaşılmasın, sadece sömürüye açık bir durum. Örneğin bir köye gidip yumurta
alacaksınız. Yumurtaları satan köylü yumurtaların başında beklemiyormuş,
fiyatını yazıyor, sen de aldığın kadar yumurtanın parasını yandaki kutuya atıyormuşsun.
Aynı şey pek çok diğer şey için de geçerli, sanıyorum Türkiye’de, ya da diğer
çoğu ülkede böyle bir senaryo oldukça hüzünlü bitebilir. O köylü illallah der,
bir daha yumurta satmaz, ya da sabahtan akşama kadar yumurtaların başında
oturmak zorunda kalır. Ya da bir diğer örnek olarak dağ evlerinde konaklamak söylenebilir. Diyelim ki şöyle bir kaç günlüğüne dağlara çıkmaya karar verdiniz, yürüyüş yapıyorsunuz. Gece çökmeden bir dağ evi bulup içine giriyorsunuz. İçeride yiyecek içecek, yatacak yer var. Hepsini istediğiniz gibi kullanabiliyorsunuz. Ertesi gün ayrılırkense bir forma kredi kartı bilgilerinizle birlikte neden ne kadar tükettiğinizi ve kaç gece kaldığınızı yazarak bir kutuya atıyorsunuz. Çevrede sizi kontrol edebilecek kimse yok, ama önemli olan da çevrede kimse olmasa dahi vicdanen bunu yapmanız gerektiğini bilmeniz, değil mi?
Yalnız tüm bu nezakete rağmen dikkat etmeniz gereken bir nokta var, o da karşıdan karşıya geçmeniz için arabaların size pek yol vermemesi. Elbette önlerine atlarsanız duracaklardır, en azından deneyeceklerdir, çünkü kaygan yollarda arabalar için de durmanın çok kolay olduğunu sanmıyorum. Dikkat etmek lazım.
Beni şaşırtan bir diğer nokta ise çoğu mağazanın (özellikle giysi satan butiklerin) İstanbul'daki gibi dışarıya hoparlör koyup bangır bangır müzik yayını yapmasıydı. Üstüne bir de her mağazadan ayrı müzik gelince, pek de hoş bir ortam oluşmuyor açıkçası. İstanbul'da da bu durumdan muzdariptim, Oslo'da da karşılaşmak ilginç geldi.
Norveç dünyanın en pahalı ülkelerinden, Oslo
da en pahalı şehirlerinden biri. Özellikle dışarıda içki içmek istiyorsanız
fiyatlar fahiş. Alt tarafı bir şişe biraya 10 euro, 50’lik bir biraya ise 17
euro öderken bulabilirsiniz kendinizi. İçkilerin İsviçrelilere bile çok çok pahalı geldiğini söylersem durum daha da açıklığa kavuşur sanıyorum :p
Restoranlardaki yemekler Cenevre’den sonra çok
da pahalı gelmedi bize, ancak yemek yerken dikkat etmeniz gereken ilginç
kurallar var. Bunlar yazılı değil, ama biz de tesadüfen öğrendik, örneğin Hard
Rock Cafe’ye falan hamburger yemeğe giderseniz, çocukların bile hamburgeri
çatal bıçakla yediğine şahit olabilirsiniz. Yemeğimizi beklerken ücretsiz
internetin nimetlerinden faydalanıp biraz araştırma yaptık da hakikaten
hamburgeri/sandviçi eller yemenin ayıp olduğunu öğrendik Norveç’de. Ancak
McDonald’da elle yeniyor, geçerken baktık, ya da herkes turistti bilemiyorum :D
Hamburgeri bıçakla yemeğe çalıştığımız doğrudur. |
OSLO’DA GEZİLECEK YERLER
Gelelim Oslo’da yapılabileceklere.
Eğer “Müze gezmekten acayip hoşlanırım”
diyorsanız Oslo’da sürüsüne bereket müze var. Biz hepsini gezmedik tabii,
sadece ilgilendiklerimizi gezdik. Bunların en başında’da Edvard Munch’un tablolarını
bulabileceğiniz Munch
Müzesi ve Galerie Nationale geliyor. Biz sadece Munch ile sınırlanmayalım diye
düşünerek Munch Müzesini değil ama Galerie Nationale’i gezdik. Bu noktada hiç
şüphesiz aklınıza şu soru gelecektir, “Munch’un meşhur tabloları Çığlık ve
Madonna’yı hangi müzede görebiliriz?” yanıt oldukça basit: İkisinde de! Peki bu
nasıl oluyor? Sevgili Munch üşenmemiş her iki tablonun da çeşitli replikalarını
yapmış. Aslında replika demek yanlış olur, çeşitli varyasyonlarını yapmış. Yani bir ilk yapılan tablo
var, bir de ondan hemen sonra çıkmış, aynı şekilde çizilmiş ancak belki bir iki
ayrıntı eklenmiş, farklı renkler kullanılmış diğer tablolar var. Bana göre en
bilenen versiyonları National Galeri’deydi. Diğerlerinin ise bir kısmı
Munch Müzesi’nde, bir kısmı da bir takım zengin
iş adamlarının kişisel koleksiyonlarında. Sadece Çığlık tablosunun 5 versiyonu
var. Madonna’nın ise 3.
Bu arada
söz Munch’un tablolarından açılmışken sürekli çalındıklarından bahsetmeden de
olmaz :)
Çığlık
tablosu ilk defa 1994 yılında National Galeri’den çalınıyor, birkaç ay sonra
bulunuyor. İkinci defa ise bu sefer Munch Müzesi’ndeki versiyonu Madonna
tablosu ile birlikte 2004’de çalınıyor. İki yıl sonra ise yanlarında bir notla
bulunuyorlar. Notta şöyle yazıyor
“Zayıf güvenlik için teşekkürler.” Hakikaten de hırsızların koca koca
tablolarla müzeden çıkarken görüntülendikleri fotoğraflara bakıp gülmemek elde
değil.
Wikipedia'dan alıntıdır. |
Günümüzdeyse
(en azından National Galeri için konuşuyorum) sadece bu iki tablo önüne koruma
camı konulmuş. Yani büyük ihtimalle diğer tabloları çalmak hâlâ olası. Olası
diyorum çünkü Norveç’de, en azından Oslo’da herkesin herkese güveni tam. Bunu
insanlarla konuşarak, ya da en basitinden bir müzeye girerken “ceketim çalınır
açığa asmam ben” diye düşünmeyen insanlara bakarak anlayabiliyorsunuz. Açıkçası
biz biraz tedirgin olduk böyle ceketleri ortalık yerde bırakıp gitmeye ancak
müzede gezerken hele bir de kışın o koca kalın ceketleri elde taşımak oldukça
sıkıcı (ya da yasak), mecburen bırakıyorsunuz. Elbette her şeye karşı değerli
şeyleri yanınızda almanızda yarar var.
Galerideki diğer tablolardan seçtiklerim:
Elbette Monet vardı... |
Rodin'in Düşünen Adam heykelinin kaç versiyonu var acaba? Her müzede görüyorum :) |
Munch'un Otoportresi |
Peki
Munch’dan başka ne var Oslo’da? Elbette Vikingler var! Bu noktada bizim gidip
gördüğümüz iki müze var. Biri Viking Gemileri Müzesi, diğeri de Norveç Kültürel
Tarih Müzesi. Bu iki müzeden birine bilet alırsanız aynı biletle 48 saat
içerisinde diğer müzeyi gezmeniz olası. Yalnız iki durum söz konusu bu bilet
işinde. İlki Viking müzesinin bilet fiyatları bir iki euro daha yüksek Tarih
Müzesine nazaran, ikinci konu ise Tarih Müzesine elinizi kolunuzu sallayarak
girmeniz. Bize kapıdaki görevli “bileti şuradan alabilirsiniz” diyerek bir masa
gösterdi, ancak masada “şuanda kapalıyız” yazıyordu. Kimse de gelip
ilgilenmedi, sonra baktık bizden sonra gelenler de bilet almadan geziyor, biz
de girdik gezdik. Elbette girmeden çantalarınızı ve ceketlerinizi bırakıyoruz.
Tarih Müzesi hemen National Galeri'nin yanında bulunuyor. |
Tarih Müzesinde ne yazık ki fazla İngilizce açıklama yoktu. O yüzden biraz
sıkıldığımı itiraf etmeliyim. Bir de çok fazla karışmış her şey. Yani Vikingler de
vardı, eskimolar da; Japonlar da vardı, Güney Amerika’daki kabileler de, hatta
Oslo’daki Gay Pride üzerine bir oda bile vardı.
Eğer şehir merkezinde bir otelde kalıyorsanız, hele kış vakti Viking
Gemileri Müzesi’ne kadar yürüyerek gitmeniz biraz güç. Otobüse binmeniz en
iyisi. Biz Belediye binasının önünden 33 numaralı otobüse binerek ulaştık.
Otobüsle yaklaşık 20 dakikada varılıyor sanırım.
Viking Gemileri Müzesi ise elbette çok etkileyici idi, ancak çabucak bitti.
İçeride topu topu 3 koca gemi ve gemilerden çıkan bir kaç parça eşya var. Hızlı
gezip hiçbir şey okumazsanız maksimum 10 dakikada bitebilecek bir müze. Biz okuduk her şeyi,
attan üstten sağdan soldan gemilere baktık, hediyelik eşya reyonuna falan
baktık 40 dakika içeride kalmışız.
Viking Gemileri Müzesinden sonra ise yürüye yürüye Norveç Denizcilik
Müzesi’ne kadar gidip oradan birkaç fotoğraf çektik. Gittiğimizde hava kararma
halindeydi ve müze kapanıyordu, o yüzden bu müzeyi gezmemiş olduk. Sanıyorum
çeşitli keşifler üzerine de bilgiler mevcutmuş bu müzede.
Karşı kıyı |
Gezdiğimiz üçüncü müze Doğal Tarih Müzesi idi. Özellikle çocuklarıyla
Oslo’ya gitmiş ailelerin tercih edebileceği bir müze bu. İçerisinde pek çok
hayvan ve fosil hakkında bilgi vardı. Dinozor fosillerine ek olarak değerli
taşlar ve madenleri görebilir, en eski ve tek parça (yani kırılmamış) primat
fosili olan İda’yi görmeniz mümkün. Açıkçası İda’yi biliyorsanız görmeniz
mümkün, çünkü öyle bir noktaya koymuşlar ki görmeden geçip gitmek olası. Ben
aranma halindeydim de o sayede gördüm.
Aşağıda İda'nın fosilini ve muhtemel tipini görüyorsunuz:
Oslo’da gidip de eğlenebileceğiniz, özellikle de kar yağmışsa en güzel
yerlerden biri opera binasının çatısı bence. Hem donmuş denize bakabilir, hem
de Oslo’yu azıcık da olsa tepeden görebilirsiniz.
Donmuş Deniz... |
Yürüye yürüye tepeye çıkabilirsiniz. |
Tepeden Manzara |
Tepeden Manzara |
Hemen her liman şehrinde olduğu gibi Oslo’da da bir adet Kale bulunuyor.
Biz vaktimiz olmadığı için içerisine girmedik, sadece avlusunu gezmekle
yetindik ama kışın gezmesi biraz zor oluyor. “Acaba şuraya doğru yürürsem
boşluk mu vardır karların altında yoksa sur mu?” diye düşünmekten hiçbir yere
gidemiyorsunuz. Var olduğunu gördüğünüz surların kenarına ise fazlasıyla kaygan
olduğundan yakalaşamıyorsunuz.
Kapıda, soğukta nöbet bekleyen kale koruması. |
Son gün akşam üzerimizi ise Vigeland’a ayırdık. Bu parkta heykeltıraş
Gustav Vigeland’a ait tamamı çıplak 212 heykeli ziyaret etmek mümkün. 1869 - 1943 yılları
arasında yaşamış olan Norveçli sanatçı heykellerin neden hepsinin çıplak olduğu
sorusuna « üzerlerindeki kıyafetlere göre belli bir döneme yapışıp
kalsınlar istemedim » diye cevap vermiş.
Heykeller oldukça gerçekçi, ancak biz gittiğimizde hava karardığından
fotoğraflarını çekmek çok zor oldu, ayrıca her yer de buz tuttuğundan yürümekte
güçlük çekiyorduk, 212 heykeli de görebildiğimizden emin değilim. Ancak
özellikle güzel havalarda hoş bir gezinti olacağını düşünüyorum bu parka
gitmenin.
Evet her yer de buz var.... |
Derelerin de donduğu doğrudur... |
Vigeland Parkından da gözüken Holmenkollen tepesindeki Ski Jump (Kayakla Atlama) Platformu.
Tüm bu parklar, bahçeler, opera binası ve müzeleri geçersek Oslo’da
yapabileceğiniz diğer kış etkinlikleri ise yakındaki Holmenkollen tepesine
gidip Kayaklı Koşu (Cross Country Skiing / Norveç’in milli sporu olduğunu da
belirtelim) yapmak, Atlama Kulesinden kayakla atlamak veya Kayak Müzesini
gezmek, metro ile Frognerseteren’e kadar
çıkıp kızakla Midtstuen’e kadar 15 dakika kaymak (sonra metroya binmek, yukarı
çıkmak ve tekrar kaymak ve tekrar kaymak....) olabilir. Ayrıntılar için Holmenkollen yazıma gidebilirsiniz.
Kısacası kışın Oslo’da durumlar böyle :) Elbette yazın Fiyortlara gidip görmek mümkün, ancak
kışın ne yazık ki mümkün olmayabiliyor. Oslo oldukça küçük bir şehir ve bir kaç
günde tamamını rahatlıkla gezebilirsiniz (tüm müzeler de dahil).
Son
olarak şehirdeki önemli bir kaç yapının daha fotoğrafını paylaşıp bu yazımı da
sonlandırıyorum. İyi eğlenceler :)
Oslo merkez Kilisesi |
Biz gittiğimizde yılbaşı süslemeleri duruyordu. |
Biz gittiğimizde yılbaşı süslemeleri duruyordu. |
Meclis binasına yandan bakış |
Meclis binasına önden bakış |
Nedense yayalar için yanan kırmızı ışık hemen her yerde ikişerliydi. Bunun arabalar için olanlarını İtalya'da görmüştüm. |
Eh, kar buz fazla olunca sokak sanatları da ona göre gelişiyor :) |
Eskinin üniversite binası. Günümüzde de üniversiteye ait ancak sanırsam sadece hukuk fakültesi kullanıyormuş bu binayı. |
Her yerde bir yoğurt çılgınlığı almış başını gidiyor :) |
Elbette gidip görebileceğiniz bir diğer yer ise Nobel Barış Ödülü Merkezi. Biz dıştan bakmakla yetindik. |
Tiyatro Binası |
Azıcık kar yağdı hemen her taraf çamur oldu :p |
National Galeri |
Belediye Binası |
Belediye Binası |
Biz gece gece Belediye Binasının önünden geçerken sanıyorum içeride düğün ya da önemli bir olay vardı. Çanlar sürekli olarak melodik bir şekilde çalıyordu. Biraz korku filmi havası vardı açıkçası :D
Nok'lar :) |
Tren İstasyonu ve önündeki saat kulesi |
Kraliyet sarayı. Pek öyle alımlı bir yapı değildi. Bilmiyorum Norveç Kraliyet ailesi içinde mi ikamet ediyor. Ancak sanmıyorum burada kaldıklarını, çünkü neredeyse hiç koruma yoktu. |
Buzda kaymamamız için yerlere bu pembe ya da siyah (sanırım granit) taşlarlardan dökülüyormuş. Biraz işe yarıyorlar. |
0 yorum:
Yorum Gönder