Berlin
gerçekten de içerisinde pek çok Türk’ün yaşadığı, belki de Avrupa’nın en önemli
ve büyük başkentlerinden biri. Öyle ki havalimanına inince kendinizi İstanbul’a
inmiş gibi hissediyorsunuz, her köşede birleri Türkçe konuşuyor. Havalimanından
çıktıktan sonra da durum farklı değil, bir kaç metre yürüdükten sonra sağdan
soldan bangır bangır Serdar Ortaç çalarak geçen arabalarla irkiliyorsunuz.
Almanlarda duruma alışmış. Benim birlikte kaldığım Alman arkadaşlar bile
şakayla karışık “İstanbul’dan sonra en çok Türk’ün yaşadığı şehir Berlin,
biliyor muydun?” ya da “Kaybolursan merak etme, biraz ilerde, köşede yön
soracak bir dönerci mutlaka vardır” diyorlar.
Şehirde
her şey oldukça düzenli ve düzgün işliyor, en azından ben 4-5 günde böyle bir
izlenim edindim. Ancak bana, savaşın izlerinin hala hissedildiği, istenilmese
bile soğuk bir şehir izlenimi verdi. Belki biraz da savaşın yol açtıkları
unutulmasın diye, sağda solda pek çok yıkık dökük anıt ve bina var.
Elbette şehrin çeşitli yerlerinde bir
görünüp bir kaybolan “duvar” da “savaştan sonra bir de kendi savaşımız vardı”
dercesine paramparça duruyor.
Berlin’de pek çok müze var. Ben de bir
müze canavarı olarak elimden geldiği kadar hepsini gezmeye çalıştım.
Öğrenciyseniz, vaktiniz varsa ve müze gezmeyi seviyorsanız uygun bilet
fiyatları sayesinde pek çok müze gezebilirseniz. Özellikle müze adası üzerinde
bulunan Pergamon Müzesini gezmenizi
şiddetle tavsiye ediyorum. Zaten Türkiye’den gelen birinin ilk durağı da burası
olacaktır diye düşünüyorum. Böylece
Türkiye’den, Bergama’dan götürülmüş olan devasa sunağı ve Miletus, Priene gibi daha
nice yerlerden çıkmış tarihi eserleri görebilirsiniz. Üstelik bir “jest” yapıp
bilgilendirme kulaklıklarına Türkçe’yi de eklemişler. Kulaklıklar ücretsizdi
ben gittiğimde, o yüzden girişte almayı unutmayın derim. (Yalnız seslendirmeyi
kimin yaptığını not etmemişim. Tanınan biriydi diye hatırlıyorum, hatta Azra
Erhat diyeceğim ama bir yandan da konuşan erkekti diye hatırlıyorum. Pek çok
araştırma yaptım nette ama karşıma çıkmadı, siz bilgi sahibiyseniz aşağıda
paylaşabilirsiniz). Elbette müzenin en büyük özelliği sadece Bergamo’dan
getirilen sunak/altar için inşa edilmiş olması.
Sunağın
Türkiye’den götürülüş öyküsü de bir hayli üzücü, Osmanlı zamanında Almanlarla
demiryolu yapmaları konusunda anlaşılır, ancak yanılmıyorsam Almanlar anlaşmaya
“demiryolunun geçeceği her yerin 10 kilometre uzağına kadar çıkacak taş ve
eserlere el koyabilmek” maddesini ekletmişler. Tabii Osmanlı için bu “taş”
yığınlarının bir önemi olmadığından, bu konuda sağ olsunlar güçlük
çıkartmamışlardır. Türkiye’den her bir taşı tek tek sökülüp Berlin’e götürülen
sunak burada yeniden inşa edilmiş ve neyse ki Almanya’nın girdiği savaşlardan
da sağlam çıkmayı başarmıştır (Berlin’in ne kadar bombalandığı düşünülürse).
Bu arada çeşitli yerlerde sadece sunağın demiryolu yapımına karşılık verildiğini
de okudum, ancak tam emin değilim. Benim aklımda yapılacak tüm yolun çevresi
diye kalmış. Her şeye rağmen Osman Hamdi Bey’in tüm bu eserlerin yurtdışına
götürülmemesi için çokça uğraştığını da burada hatırlatalım.
Ben gittiğimde dış cephe çalışması vardı müzede. Sanıyorum 2014 sonu itibariyle iç bakıma girecek ve 2020'ye kadar kapalı olacakmış. Ancak tam emin değilim, kontrol etmek lazım |
Ve işte o sunak tüm haşmetiyle karşımızda |
Ayrıca yine
aynı müzede ben gittiğim zaman İslam Eserleri’yle ilgili bir sergiyi de gezmek
mümkündü. Vaktiniz varsa, aynı gün gezmek üzere Bode, Altes, Alte Nationalgalerie ve Neues müzelerini de kapsayan yaklaşık 7-8
euroluk kombine bir bilet de satın alabilirsiniz.
Yine aynı
müzede bulunan, Türkiye ve Mezapotamya’dan getirilen diğer eserler:
İslam Eserleri
Serigisi’nden bir kare:
Pergamon
Müzesi’nden sonraki ikinci durağım Neues Müzesi’ydi. Bu müzede de
Mısır uygarlığına ait eserleri görebilirsiniz. Ayrıca Schliemann’ın Truva antik kentini kazarak alıp
götürdüğü hazinelerden bir kısmına da yine bu müzede rastlayabilirsiniz.
Schliemann'ın büstü |
Schliemann'ın Truva'dan çıkartıp eşine hediye ettiği takılardan bir kısmı |
Bunlar da Truva'dan olmalı. |
Tekrardan günümüze dönelim.. Neues Müzesi'yle ilgili dikkat etmeniz gereken bir diğer unsur ise giriş için size sıra numarası ve giriş saati veriliyor olması. Saatinizi kaçırmamaya özen gösterin, yoksa bu çok popüler müzeye girmek için tekrar uzun bir kuyruk beklemek zorunda kalabilirsiniz.
Neues
Müzesi’nin hemen yanında bulunan Alte Nationalgalerie’de özellikle 19.
Yüzyıl Alman sanatını yansıtan tablolar ve heykeller bulabilirsiniz.
Bu da Rodin herhalde... Sanıyorum Paris, Oslo ve Berlin olmak üzere şimdilik 3 yerde rastladım bu heykele, hangisi gerçeği, ya da Rodin tarafından yapılan bir kaç replikası mı var bilmiyorum. |
Pek hoşuma gitmişti bu tablo. Kendisi Adolph Menzel'e aitmiş. |
Ayrıca Bode Müzesi’nde Bizans eserlerini görebilir,
Altes Müzesi’nde ise yine Mısır ve antik çağlardan kalma koleksiyonlara göz
gezdirebilirsiniz. Bode Müzesi’nin girişi :
Berlin’de en çok beğendiğim müzelerden bir diğeri
ise Musikinstrumenten-Museum yani Müzik Aletleri müzesiydi. Özellikle benim
gibi müzik düşkünüyseniz müze oldukça hoşunuza gidecek diye tahmin ediyorum;
çünkü içeride birbirinden değişik müzik aletleri bulacaksınız.
Hiç şüphesiz ilgi çekici bir diğer müze ise Museum
für Naturkunde, yani Berlin Doğa Tarihi Müzesiydi. Ne yazık ki zaman sorunu
yaşadığım için müzeyi hızlı hızlı gezmek zorunda kaldım ve gezimi tamamlamadan
kapanan bir kaç odasını gezme imkanı bulamadım. Yine de içeride doğal hayata
dair, dünyanın doğuşundan, günümüze kadar pek çok bilgi edinebilir, hala canlıymışçasına
duran dondurulmuş hayvanları inceleyebilirsiniz.
Müzenin girişi |
Bu kedicik tek baş fakat iki vücutla dünyaya gelmiş. Geldikten sanıyorum birkaç saat sonra da ölmüş. |
Berlin’e kadar
gitmişken görmeniz gereken bir diğer müze ise Story of
Berlin Müzesi. Bu müze sayesinde Almanya’nın ve özellikle Berlin’in geçmişi
hakkında kronolojik bir sırayla bilgi alabilir, ayrıca müze çıkışında saatte
bir düzenlenen 20 dakikalık gezilerde Almanca ve İngilizce dillerinden birini
seçerek, yer altında bulunan sığınaklardan birini gezebilirsiniz.
Müzeden kareler :
Sığınaktan
kareler:
Berlin’de tesadüfen karşıma çıkar bir diğer müze ise, Hanf Museum’idi. Yani Kenevir Müzesi. En başta girmek konusunda tereddüt etsem de “sergilenebilecek ne olabilir?” sorusundan yola çıkarak içeri girme kararı aldım. İçerde kenevirin zararlarından çok, aslında kenevir bitkisinin bilmediğimiz pek çok alanda kullanıldığına dikkat çekilmek isteniyordu. Örneğin çuval, ip vb imalatında kullanılıyor oluşuna dair pek çok örnek var içeride. Ayrıca müzenin içerisinde Almanya’da legal olarak yetişebilen sanırım tek esrar bitkisi oldukça özenli şartlar altında yetiştiriliyor. Müzenin tek zaafı fazla İngilizce açıklama olmaması
Sanıyorum burada bitkinin etinden, sütünden nasıl yararlanılır o anlatılıyor. |
Müzenin çıkışında bir de dükkan bulunuyor. Eğer müzeye kadar gitmişseniz, bir de içine girmişseniz, dükkana da uğrayın derim. Aslında bir dükkandan çok küçük bir büro sanki. Ben de biraz alışveriş yaptım ve kenevirli çikolata, jelibon ve çay aldım. Hepsinin de tadı gayet güzeldi.
Berliner Dom,
Berlin’deki en bilinen kilise. Ne yazık ki yanına kadar gitmeme rağmen (kendisi
müze adasının yan tarafında bulunuyor) kısıtlı sayılabilecek vaktim yüzünden
dışarıdan fotoğraflamakla yetindim.
Bana ilginç
gelen bir diğer kilise ise Gedächtniskirche idi.
Her ne kadar günümüzde kendisi kullanılır halde olmasa bile, yanında bulunan iki
modern bina temsili kilise olarak görevlerini sürdürüyorlar.
Brandenburg Kapsısı Berlin’in sembolü.
Özellikle Brandenburg çevresinde “duvar”a ait kalıntılara rastlamanız olası.
Gittiğim gün kapı önünde bir eylem olması ve kuvvetli yağış yüzünden ne yazık
ki kapının düzgün bir fotoğrafını çekemedim:
Yine kapının
önünde bulunan meydanda birlikte fotoğraf çektirebileceğiniz, eski Alman askeri
üniformaları girmiş kişiler de bulunuyor. Hatta yine Berlin’in sembolü olan
“ayı” ile de fotoğraf çektirebilirsiniz.
Her ne kadar
kış vakti Berlin’de güneş olmasa bile, nehir kıyısında sanki dışarıda yazdan
kalma bir hava varmış izlenimi bırakan şezlonglar vardı.
Başta da
belirttiğim gibi Berlin’de bir hüzün havası hakim. Şehrin her yerinde,
üzerinden kaç sene geçmiş olursa olsun savaştan çıkmış bir şehir olduğunu düşünmenizi
sağlayan bir şeyler var. Örneğin savaş zamanı kurulan toplama kamplardan
kalanlar...
Bir gözlem
kulesi :
Ve yine
toplama kamplarında hayatını kaybedenlerin bir kısmının mezarları :
Hemen hemen
aynı yerlerde iç içe geçmiş olan “duvar”ın parçaları da yer yer kendini
gösteriyordu:
Bu görülen
parçalara ek olarak sembolik olarak duvarın yıkılışını gösteren bir heykel de
vardı.
Holokost yani Yahudi Soykırımı anıtını da unutmamak lazım:
İsterseniz duvar Almanya’sına geri dönüş yapmak adına pasaportunuza para
karşılığı giriş damgası da bastırabileceğiniz “duvar” dipleri de var:
Berlin’e
trenle gelmişseniz kaçırmayacağız diğer bir nokta da tren istasyonu. Ben her ne
kadar uçakla gelmiş olsam da Leipzig’e geçerken tren yolunu kullandım. Tren
istasyonu çok katlı bir alışveriş merkezinin içine kurulmuş halde. Değişik
katlarda farklı istasyonlar bulunabiliyor. İstasyonun oldukça modern bir yapısı
vardı ve iki katlıydı, benim de çok hoşuma gitti.
Berlin’in tam
da ortasında kocaman bir park var. Belki nezih bir parktır bilemiyorum tam
olarak; ancak etrafta fazla insan göremeyince, bir de tek başıma olunca fazla
kurcalamak istemedim. Girişten biraz fotoğraf çekip geri döndüm. Parkta küçük
bir göl ve ona bağlı derecikler vardı; ayrıca bir de orta çağ kıyafetleriyle
şarkı söyleyen bir kadın göze çarpıyordu.
Berlindeyken
gezdiğim bir diğer müze ise Sinema&televizyon müzesi idi. İçeride fotoğraf
çekmek yasak olduğu için ne yazık ki sadece dışarıdan çektiğim camekanlı müze
binasının fotoğrafını gösterebiliyorum. Eğer sinema ve televizyonla
ilgileniyorsanız (özellikle sinema) görmeniz gereken bir müze diye düşünüyorum.
Geçmişten günümüze altın ayı kazanan filmler kısmında Fatih Akın’ın Duvara
Karşı filmine ait küçük bir kısım da bulunuyor. Bunlara ek olarak ben gezdiğim
sırada Metropolis filmi üzerine bir sergi vardı.
Ve Berlin’de
çektiğim birkaç başka fotoğrafla yazımı da sonlandırıyorum.
İyi gezmeler! :)
Merkezde bulduğum bir Legoland dükkanı. |
çok güzel bir yazı olmuş. fotoğraflarda etkileyici. berlini gezmiştim bende çok güzel bir şehir.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim yorumunuz için :)
Sil