Güney Afrika etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Güney Afrika etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Temmuz 2025 Cumartesi

Yine uzun bir aranın ardından herkese merhaba. Bu kez sizlerle mayıs ayında Vapur Yayınları’ndan çıkan ilk öykü kitabım Kahve Kokusunun Peşinde’yi paylaşmak istiyorum.

Editörlüğünü Ebru Özden’in, kapak tasarımını Sertaç Altuntepe’nin yaptığı kitabım 75 sayfa ve 8 öyküden oluşuyor. Her bir öykü farklı bir ülke, farklı bir şehirde geçiyor. Öyküleri oluşturmak için seçtiğim mekânlar tesadüfi değil, hepsi de uzun yıllar yaşadığım ya da zaman geçirdiğim yerler. Bu blog yazımda da öykülerin zihninizde biraz daha oturması için, öykülerin geçtiği yerlerle bağlantılı, çektiğim çeşitli fotoğrafları paylaşacağım. Bu fotoğraflar öyküleri açık etmeyecek, ancak öyküleri okurken inceleme fırsatınız olursa olayların geçtiği yerleri zihninizde canlandırmanıza yardım edeceğini düşünüyorum; çünkü ben de öyküleri yazarken zihnimdeki sahneleri bu fotoğraflara göre kurdum.


Kitabı ayrıntılı incelemek ya da satın almak için vapuryayinlari.com.tr'ye ya da örneğin kitapyurdu'na bakabilirsiniz. 

Fotoğraflara geçmeden önce öykülerin tarzıyla ilgili de bilgi vermek istiyorum. Tarz olarak modern öyküye daha çok uysa da (biraz ucu açık, okuyucunun yorumlayabilmesine olanak sağlayabilecek öyküler) bence Maupassant tarzını da yansıtıyorlar. Bunun bir sebebi de, öyküleri kaleme almaya başladığım dönemde Maupassant’ın İthaki Yayınları’ndan çıkan Horla ve Karanlık Öyküler kitabının çevirisini yeni bitirmemdi. İster istemez Maupassant’ın tarzından etkilendiğimi düşünüyorum. Yalnız burada parantez açıp “Maupassant’ın hangi tarzından?” diye de sormak gerekiyor sanırım. Bize okullarda okutulan, Guy de Maupassant tarzı öyküler olay öyküsü sınıfına giriyor ve giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinden oluşan, okuyucunun yorumuna kapalı öyküler olarak tanımlanıyor. Fransız yazar Maupassant’ın böyle yazdığı pek çok öyküsü bulunuyor (nitekim edebi kariyerine 1878 yılında başlar, 1893’de 43 yaşındaki ölümüne kadar 15 yılda 300 küsur öykü kaleme alır); ancak ucu açık, psikolojik gerilime yakın da pek çok öyküsü var. Bu öyküleri açıkçası ben de, Horla ve Karanlık Öyküler kitabını çevirmeye başlayınca kadar işitmemiş ya da okumamıştım. Bu nedenle Horla’daki öyküleri çevirmem benim için epey farklı kapılar araladı. Siz de daha önce Maupassant’ın bu psikolojik gerilim tarzındaki öyküleriyle tanışmadıysanız şiddetle tavsiye ederim :)

 

Gelelim benim öykülerime...


İlk öykümüz “Karanlığı Bölen Çığlıklar” Vietnam’ın kuzeyinde, Ha Long Körfezi’nde geçiyor. 2014 yılında Vietnam’a yaptığım yaklaşık 4 haftalık yolculuktan yola çıkarak yazdığım öyküye, Ha Long Körfezi gezimde rehberimizin anlattıkları da epey katkı sağladı.   

 

Vietnam hakkındaki gezi yazılarıma ulaşmakiçin de şöyle tıklayabilirsiniz.


 



İkinci öykümüz “Calvin’in Şehrinde”, İsviçre’nin Cenevre şehrinde geçiyor. Blog’umu takip edenlerin bildiği üzere eğitim için gidip sonrasında da birkaç yıllığında yerleştiğim Cenevre’nin bendeki yeri ayrı. İlk kez ERASMUS’la gittiğimde bize şehri tanıtmak için oynattıkları oyunlardan (örneğin elinize bir harita bir de soru listesi veriyorlar ve şehirle ilgili bilgileri öğrenmek için çeşitli dükkânlar da dâhil olmak üzere insanlarla konuşarak çözüme ulaşmaya çalışıyorsunuz) yola çıkarak yazdığım öyküdeki temel mekânların fotoğrafları:

Cenevre ve Cenevre’de hayat hakkındaki yazılarıma ulaşmakiçin şöyle tıklayabilirsiniz.
 


Üçüncü öyküm “Labirent Labirent İçinde” İtalya’nın Venedik şehrinde geçiyor. Eş vasıtasıyla tabii ki İtalya’nın yeri de bende ayrı. Güncel olarak da yaşadığım ülke olan İtalya’da yazdığım öykülerin atmosferine en uyabilecek yer bence Venedik’ti. Böylece Labirent Labirent İçinde öyküsü doğdu.
 
Venedik hakkındaki gezi yazıma ulaşmak için tıklayabilirsiniz.





Dördüncü öyküm “En Güney Nokta,” Güney Afrika’nın Cape Town şehrinde geçiyor. Güney Afrika’ya yaptığımız yaklaşık iki haftalık gezinin ardından aklımda şekillenen bu öyküyü zihnimde canlandıran bazı fotoğrafları ne yazık ki sizlerle paylaşamayacağım çünkü Cape Point Nature Reserve’e yaptığımız gezideki fotoğrafların bir kısmını, fotoğraf makinemin hafıza kartını kaybettiğim için yitirdim ;)

Güney Afrika hakkındaki gezi yazılarıma ulaşmakiçin tıklayabilirsiniz.




Beşinci öyküm “Azınlık Olmak,” Amerika Birleşik Devletleri’nin Baltimore şehrinde geçiyor. Ne yazık ki öyküde bahsettiğim pek çok rahatsızlığı ben de iki haftasını Baltimore’da geçirdiğimiz ABD gezimizde hissetmiştim. Sınıf çatışmasını bu kadar çarpıcı bir şekilde görmek gerçekten rahatsız ediciydi.

Baltimore yazılarıma buradan, ABD hakkındaki diğer yazılarıma da şuradanulaşabilirsiniz.



Altıncı öyküm “Öteki Kız Yaptı,” İstanbul’da, Kadıköy’de geçiyor. Elbette doğduğum ve büyüdüğüm yerler hakkında bir öykü eklememiş olmam düşünülemezdi :)


Yedinci öyküm “Falezlerin Gölgesinde”, Fransa’nın kuzeyinde Étretat ve Fécamp şehirlerinde geçiyor. Hemen hemen tüm Fransız sanatçıların ve yazarların bu bölgeye değindiği göz önünde bulundurulursa, falezleriyle benim de ağzımı açık bırakan bu yerlere öykülerim arasında kesinlikle yer vermeliydim. Sadece bir kez, üç-dört günlüğüne gittiğim bu bölge hem çevirisini yaptığım kitaplarda, hem izlediğim filmlerde defalarca karşıma çıktı; yine olsa yine gitmek isterim, öyle nefes kesici bir doğa.

Étretat ve Fécamp hakkındaki yazıma buradan ulaşabilirsiniz.

 






Sekizinci ve son öyküm “Kahve Kokusunun Peşinde” ise hayatımın en önemli üç yılını geçirdiğim Finlandiya’nın Helsinki şehrinde geçiyor. Atmosfer olarak diğer öykülerden biraz daha farklı olan bu öyküm biraz polisiyeye kaçıyor; ancak gerilim duygusunu doğayla harmanlamak için pek uygun bir nokta olan Finlandiya tabii ki öyküdeki ana temayı oluşturuyor.

Finlandiya’da yaşam ve gezi hakkındaki yazılarıma ulaşmakiçin şöyle tıklayabilirsiniz.







İşte öykülerin sonunda geldik. Günümüzde edebiyatın sınırlarının, hatta bazı açılardan ülkeler arasındaki sınırların ortadan kalktığını düşünüyorum. Hepimiz dünyanın bir ucunda yayımlanan bir kitaba ya da bir diziye aynı anda erişebiliyoruz artık. Eskisine göre daha fazla gezebiliyor, hiç olmadı internet üzerinden paylaşım yapan insanlar sayesinde ülkelerin farklı özelliklerini tanıyabiliyoruz. Ben de bu öyküleri bu çerçevede, öykülerin geçtiği yerlerin tam olarak yerlisi olmasam da oralardan ilham alan bir gezginin gözünden kurmaya çalıştım. Umarım metinler sizin de hoşunuza gider ve kendinizden bir şeyler bulursunuz. Yorumlarınızı beklerim. Başka öykülerde buluşmak dileğiyle…

5 Mayıs 2016 Perşembe


Evet, sonunda 6 başlıklık Cape Town macerasının son başlığı olan Safari’ye geldik.

Bundan önce kaleme aldığım;

Gelelim safari maceramıza.

Genel olarak Afrika’yı ziyarete giden hemen her turistin emellerinden biri safariye çıkmaktır sanıyorum. En azında bende öyle bir hissiyat oluştu. Biraz da bu yüzden olsa gerek Cape Town ve çevresinde gidilebilecek safari alanlarını haftalar önceden araştırmaya başlamıştım; ancak neredeyse son dakikaya kadar bir seçenekte karar vermek konusunda fazlasıyla zorlandığımızı söylemeliyim. Bunun birinci sebebi Güney Afrika’da (Kruger’i saymazsak) aslında gerçekten de safari alanı olmayışıydı. Safari dediğiniz zaman aklınıza doğal ortamına, gerekirse birbirilerini de yiyerek hayatta kalmaya çalışan hayvanlar gelir değil mi? Ne yazık ki burada öyle bir durum söz konusu değil. Zaten safaride görmeyi bekleyeceğiniz çoğu hayvan Güney Afirka’da doğal olarak yaşamayan hayvanlar, yani diğer Afrika ülkelerinden getirtilmişler. Yine aynı şekilde bu parklardaki turların sadece kapalı arabalarda, mümkünse silah kullanan deneyimli rehberler eşliğinde yapılmasını beklersiniz. Ancak Cape Town çevresindeki safari parklarının hiçbiri böyle değil. Büyük kamyonlardan bozma açık arabalarda, silahı olduğundan şüphe ettiğim rehberler eşliğinde, hayvanların dibine kadar girerek safariye çıkıyorsunuz.

Safariye çıkarken bindiğimiz arabalar böyleydi

2 Mayıs 2016 Pazartesi


Tekrar merhabalar!

Cape Town ve çevresi hakkındaki yazılarıma Ümit Burnu ile devam edeceğim bugün :)

başlıklı yazılarıma ise linklere tıklayarak ulaşabilirsiniz.

Güney Afrika’ya, hele hele Cape Town’a kadar gitmişken, merkeze arabayla en fazla 45 dakika mesafedeki Ümit Burnu’na gitmemezlik etmek olmazdı :)

Buraya ulaşabilmeniz için pek çok seçenek bulunuyor. Bunlar araba kiralamak, Simon’s Town’a kadar trenle gidip oradan taksi vs. ile Burna ulaşmaya çalışmak ya da turla gitmek gibi seçenekler. Trenle gidip taksi ile ulaşmaya çalışmanızı pek tavsiye etmiyorum, çünkü Ümit Burnu kendi milli parkı içerisinde kalıyor ve içeriye giriş ücretli. Milli parkın girişinden buruna kadar yürümeniz, eğer tüm günü orada geçirmek istemiyorsanız imkânsız. İçeriye taksiyle girerseniz taksicinin sizi bir yerlerde beklemesi gerek, çünkü içeride başka taksi yok. Tüm bu sebeplerden ötürü bu taksi işi biraz zor bence :)

28 Nisan 2016 Perşembe



Cape Town hakkında yazmaya devam ediyorum. Bu yazımda Hop-On Hop-Off turist otobüsüyle gezmeye gitmediğimiz, ancak yine şehir merkezinde kalan müzelerden bahsedeceğim.

başlıklı yazılarıma ise linklere tıklayarak ulaşabilirsiniz.

Gelelim Cape Town’daki etkinliklere…

21 Nisan 2016 Perşembe


Cape Town’da Beni Neler Bekliyor?” başlıklı yazımın devamı olarak Cape Town hakkında yazmaya devam ediyorum. Cape Town ve çevresi hakkında toplamda 6 yazı yazmış olacağım bunlar:


Bu yazımda sizlere Cape Town’u nasıl kolayca ve ucuza gezebileceğinizden bahsedeceğim.


Cape Town oldukça büyük bir şehir ve hemen her noktasında gezecek bir şeyler bulmanız olası, ancak ne yazık ki bir turist olarak sokaklarında yürüyerek gezmek bazen zorlayıcı olabilir. Bundan dolayı şehri gezmek için en güvenli, en kolay ve ucuz yol Hop-On Hop-Off denilen turist otobüslerine binmek.

14 Nisan 2016 Perşembe


Cape Town’da Beni Neler Bekliyor?” başlıklı giriş yazıma ek olarak kaleme aldığımda bu yazımda sizlere tırmanış ve yürüyüş konusunda pek deneyimli ve becerikli olmayan, ancak yürümeyi gezmeyi seven biri olarak Lion’s Head’e çıkmak isterseniz başınıza neler geleceğini anlatmaya çalışacağım.

Güney Afrika hakkında yazdığım diğer başlıklar da sırasıyla şöyle:

Cape Town’un içinde ve dışında, özellikle yürüyüş ve tırmanış sevenlerin hoşuna gidebilecek pek çok parkur bulunuyor. Bunların en bilinenleri Lion’s Head ve Masa Dağı (Table Mountain) yürüyüşleri. Masa Dağı’na çıkmak isterseniz size tavsiyem hava koşullarını iyi bir şekilde gözden geçirmeniz, her türlü hava durumuna karşı yanınızda ekipman bulundurmanız, grup halinde yola koyulmanız, gerekirse sizinle yürüyüşe gelmeyecek başka insanları da bilgilendirmeniz yönünde olacak. Kendi adıma Masa Dağı’nın tepesine çıkmamış olmakla birlikte parkurun tek yön ortalama 4 saat sürdüğünü okumuştum. Yolda herhangi bir su kaynağı yok bildiğim kadarıyla, o yüzden dikkatli olmanızda fayda var. Ayrıca Masa Dağı’nın doğası gereği Cape Town’da ani hava değişiklikleri yaşanabiliyor. Bazen bir bulutun dağa takılıp kalması sonucu saatlerce kapalı ve sisli bir havaya maruz kalabiliyorsunuz. Tüm bunlara ek olarak “yukarıya kadar yürüyelim, sonra teleferikle ineriz” derseniz, bu konuda da dikkatli olmanızda yarar var, çünkü sabahleyin havanın sisli, öğleden sonra da rüzgârlı olabilmesi sonucu teleferik seferleri iptal edilebiliyor. Bu uyarı yukarı teleferikle çıkacaklar için de geçerli. Hava durumunu iyi kontrol edin, sonra aşağı yürümek zorunda kalabilirsiniz :p

Gelelim bizim Lion’s Head’e…

12 Nisan 2016 Salı

Waterfront'dan Masa Dağı'na bakış
Yine uzun bir aradan sonra sonunda bilgisayar karşısına geçip bir şeyler karalamaya kalkışabildim.

Aslında birden çok şey karalamam gerekiyor o yüzden bakalım tüm yazıları nasıl bağlayacağız :)

Başlıktan da anlaşılacağı üzere sizlerle Güney Afrika, daha doğrusu Cape Town izlenimlerimi paylaşacağım. Yazıları 6 başlıkta toplamayı düşünüyorum.


  • İlki şu anda okumakta olduğunuz “Cape Town’da beni neler bekliyor” başlıklı yazı. Burada kısaca karşılaşabileceğiniz durumları ve benim bu durumlara yorumlarımı paylaşacağım.
  • İkinci yazımda “Lion’s Head’e tırmanmak”dan bahsedeceğim.
  • Üçüncü başlık “Cape Town’u nasıl verimli ve kolay bir şekilde gezersiniz” üzerine olacak. Bu yazı da Cape Town’da oldukça yaygın olan ve pek çok hatta sahip olan Hop-On Hop-Off otobüslerle nasıl gezebileceğinizi, nereleri gezebileceğinizi ve ne beklemeniz gerektiğini anlatacağım.
  • Dördüncü yazım “Cape Town’da daha gezecek çok şey var” olacak. Böylelikle tur otobüsüyle gezdiğimiz yerler dışındaki diğer noktalardan bahsetme imkânı bulacağım.
  • Beşincisi “Ümit Burnu gezisi ve Afrika Penguenleri” üzerine keyifli ama gezi sırasında kameramın sd kartını kaybettiğim için benim adıma bir o kadar da hüzünlü bir yazı olacak.
  • Ve son yazım “Cape Town’dan safariye gitmek” başlıklı olacak. Başlıktan da anlaşılacağı üzere bu yazımda, gidebileceğiniz safarilerden ve bizim katıldığımız turdan bahsedeceğim.


Umuyorum keyifle okuyacağınız yazılar olur. Yazıları yayımladıkça buraya linklerini ekleyeceğim.