Cape
Town hakkında yazmaya devam ediyorum. Bu yazımda Hop-On Hop-Off turist
otobüsüyle gezmeye gitmediğimiz, ancak yine şehir merkezinde kalan müzelerden
bahsedeceğim.
başlıklı yazılarıma ise
linklere tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Gelelim
Cape Town’daki etkinliklere…
Cape
Town’a gelmişken kesinlikle gezmeniz beklenen ve elbette sizin de gezmeyi
isteyeceğiniz en bilindik nokta sanıyorum Robben
Island olacaktır.
Robben Island'a giden feribotlar Waterfront'daki saat kulesinin hemen arkasından kalkıyor. Zaten müzenin ismini göreceksiniz.
Roben Island, Mandela’nın yıllarını geçirdiği
hapishanenin bulunduğu ada oluyor. Adaya ancak Waterfront’dan kalkan turlarla
ulaşabiliyorsunuz, kendiniz gidemiyorsunuz. Adaya vardıktan sonra gez işini de
kendiniz yapamıyorsunuz, turun getirdiği noktalara gidiyorsunuz.
Adaya
gitmek, dönmek ve gezmek yaklaşık olarak 3 saat sürüyor. Ücreti de yanlış
hatırlamıyorsam 300Zar idi.
Adaya giderken veya adadan dönerken pek çok güzel fotoğraf çekebilirsiniz
Feribottan adaya yaklaşırken
Adanın girişinde bizi karabataklar karşılıyor
Buraya
kadar her şey normal… Normal olmayan ise adada neredeyse görecek hiçbir şeyin
olmaması. Ben ne bileyim, bir Philadelphia’dakiEastern State Penitentiary gibi olmasa da ilginç, belki biraz yıkık dökük
bir hapishane binasıyla karşılaşmayı bekliyordum. Hayallerinizi söndürmüş
olmayayım ancak olaylar, hızlı hızlı ve aynen şöyle gelişiyor:
İki
küçük feribotla gelinen adaya iniyorsunuz,
Thandi...
Ve Jester feribotları ile adaya ulaştık
Gruplar
halinde otobüslere dağılıyorsunuz, her otobüste bir tane şaka yapmaya meraklı
turist rehberi oluyor,
"Welcome to Robben Island"...
Yolunu kaybettiğini düşündüğüm bir penguen
Öncelikle
ihtiyaç ve manzara molası için bir noktada 10 dakika duruyorsunuz. Neyse ki
burası Cape Town’u fotoğraflamak için güzel bir nokta,
Sonrasında
otobüsten inmeden önce Mandela’nın da çalıştığı ve toprağın yaptığı yansımalar
yüzünden neredeyse gözlerini kaybettiği madene otobüsün içinden bakıp
fotoğraflıyorsunuz,
Ve de
çeşitli zamanlarda adanın askeri amaçlı olarak da kullanıldığı gösteren şu
tankı, yine otobüsten inmeden, izliyorsunuz.
Ardından
5dakikalık bir başka noktada otobüsten iniyor ve yine grup halinde hapishanenin
içine yürüyorsunuz, en fazla 2 dakikalık bir “mahkûmların kullandığı tuvaletler
ve duşlar” konulu gezi yaptıktan sonra hep birlikte, vakt-i zamanında 50-60
mahkumun kaldığı bir hücreye doluşuyorsunuz,
Burada
size, kendisi de eski makumlardan olan biri gelip uzun uzun uzun uzuuuunnn
başından geçenleri, adanın ve hapishanenin tarihçesini anlatıyor. Sanıyorum bu
anlatma kısmı en az 30 en fazla 45 dakika sürdü. Konuşmanın sonunda herkes
uyuyordu ne yazık ki, çünkü bu kadar ayrıntı içeren ve ana diliniz olmayan bir
konuşmaya dikkatinizi yoğunlaştırmanız oldukça zor.
Konuşmayı dinlemek üzere yerlerimizi alırken
Neyse
sonunda konuşmada bitince “yaşasın, Madela’nın
koğuşunu göreceğiz” diyorsunuz. Sizi alıp önce bir bahçeye çıkartıyorlar,
burada da yine rüzgârlı havanın altında 15dakikalık bir bilgilendirme konuşması
yapılıyor. Ardından da sıra halinde Mandela’nın koğuşunun da olduğu koridordan
geçip, bu sefer otobüsler olmadan limana geri dönüyor ve hızla feribotlarınıza
dağılıyorsunuz.
Mandela'nın kaldığı hücre
Hücrenin bulunduğu korior
Dönüşte yine feribotlara dağılırken hava bozmaya başlamıştı
Biz ne
yazık ki çok yoğun talep olduğu için öğleden sonraki geziye kalmıştık. Giderken
hava güzel olmasına rağmen dönüşte oldukça bozdu. Hatta öyle böyle değil,
abartıyorum gibi gelecek belki ama katamaran alabora olacak ve ölecekmişiz gibi
hissetmeye başlamıştım. Geminin alabora olması, çevrede gözükmeyen can
simitleri ve soğuk suyun yanı sıra, Cape Town kıyılarında yaşayan çok sevgili
köpekbalıkçıklarının bizi yememesi için bir neden yoktu denize düştükten sonra. (İnternetten baktım video koyan olmuş mu diye ama bulamadım. Gerçekten hayatımda yaşadığım en kötü feribot yolculuğuydu sanırım...)
Tekneden
sağa salim indikten sonra keşke video çekseydim dedim ancak insan ölüm kalım
mücadelesi verirken aklına gelmiyor sanırım böyle şeyler, en azından benim
gelmedi. Sonuç olarak siz siz olun, Robben Island’a gitmek istiyorsanız hem
güzel bir gün seçin, hem de sabahtan olsun ki rüzgâra yakalanmayın. Ayrıca
gördüğünüz üzere gitmezseniz de çok bir şey kaybetmiyorsunuz bence. :P
Kıyıya
döndüğümüzde bizi sevimli foklar karşıladı. Uykularında yüzmekle meşgullerdi
galiba, aşağıdaki videoda görebilirsiniz :)
Rüya gören foklar
Cape
Town’da gidebileceğiniz pek çok müze var. Bizim hepsini gezecek vaktimiz
olmadığı için seçici davranmak zorunda kaldık. Sanıyorum Sarı hatlı turist
otobüsü bu müzelerin çoğundan geçiyor, ancak biz taksiyle (Uber’le) ulaşımı
sağladık. Yakın mesafeler olduğu için çok tutmadı.
Bu
müzelerden ilk District Six Museum
idi. Bu müze, yıkıldığı için günümüzde yerinde yeller esen 6. bölgeye adanmış.
Ülkede ve özellikle de Cape Town’da gerçekleşen ırkçı hareketleri ve süreci
öğrenmek için yararlı bir müze. Fazla büyük de değil. Tüm yazıları okusanız
bile yarım saatte çıkabileceğiniz bir yer. Zaten yazıları okumazsanız pek bir
önemi yok müzeye gitmenin.
h
District
Six’den sonraki durağımız Iziko South
African Museum & Planetarium idi. Burasının özellikle çocuklu aileler
için oldukça eğlenceli olacağını düşüyorum. Fazlasıyla büyük bir müze olmasına
rağmen birkaç okul grubu ve bizim dışımızda müzeyi gezen yoktu. Vaktiniz varsa
ve hayvanlara ve kültürlere ilginiz varsa gidin derim.
Iziko South African Museum & Planetarium'da duvar resimlerinden dinazor kemiklerine kadar her şey var.
Aynı gün
içerisinde bu iki müzeyi bitirip Two
Ocean Aquarium’a geçtik. Aslında burayı gezme planımız yoktu ancak hem
günümüz boş kaldığından, hem de pek çok kişi övdüğünden gitmeye karar verdik.
Genel olarak burası da çocuklu aileler için ideal bir mekân. Ancak fazla bir
şey beklemeyin. Portekiz’de gördüğüm Ocenariumçok daha etkileyici gelmişti bana. Burası hem daha küçüktü, hem de görecek
fazla tür yoktu bence. Tek güzel tarafı çeşitli yosunlara ve mercangillerden
canlılara dokunabilme olanağı ve doğru gün ve saatte giderseniz caretta
caretta, vatoz ve köpekbalığı gibi müzede tedavi altında bulunan hayvanların
dalgıçlarca nasıl beslendiğini görebilmeniz.
Two Ocean Aquarium'da çeşit çeşit balık var
Köpekbalıklarının beslenme saati farklı bir günmüş
Anfi gibibir alandan izliyorsunuz yemek seansını
Dalmaya başlamadan önce yukarıda beklemekte olan dalgıçlarla haberleşiliyor.
Vatozcuk beslenirken
Caretta caretta'ya şu siyah beyaz tabela varken yemek vakti geldiğini öğretmişler. Tabela çıkar çıkmaz dalgıçlara yaklaşıyor yemek için
Bu koca kaplumbağayı beslerken dikkat etmek gerekiyormuş, yoksa elinizi de yiyebilirmiş. Nitekim dalgıçlardan birinin bir keresinde 3 ya da 4 parmağını kırmış
Dilerseniz su altında yaşayan canlılardan bir kısmına dokunma şansı elde edebilirsiniz.
Bu Afrika Penguen'leri, Simon's Town yakınında yaşayan akrabalarına nazaran kapalı yerde kaldıkları için olsa gerek, oldukça üzgün gözüküyorlardı :(
Bu penguencik ceza almış
İşte, daha önce fotoğrafını paylaştığım ağacımsı, sarmaşığımsı yosunlar burada daha net gözüküyor.
Akvaryumu
da gezdikten sonra artık müzelerin kapanma saati geldiğinden, ancak havanın
kararmasına daha vakit olduğundan Bo-Kaap’a
gitmeye karar verdik. Bo-Kaap aslında mahallenin ismi. Burası oldukça renkli
evlere sahip bir Müslüman mahallesi.
Açıkçası beklediğimden çok daha sakin bir yerdi. Kesinlikle gidip görün derim.
Dilerseniz yine bu Hop-On / Hop Off otobüsleri düzenleyen ajansın gün içerisinde
ücretsiz fotoğraf gezileri de oluyormuş, grup halinde gitmek daha iyi olabilir.
Camisi bile renkli :)
Tüm bu
müzeleri gezip yorulduktan sonra da akşamleyin, değişiklik olması açısından
yemek yemeğe Mama Africa adlı
lokantaya gittik. Burası canlı müzik dinleyip yemek yiyebileceğiniz bir
bar-lokanta. Önceden rezervasyon yapmanız tavsiye ediliyor. Biz rezervasyonsuz
gittik ve köşede, fena olmayan bir masa verdiler bize. Ancak şansa denk düşmüş
olabiliriz, pek çok grup halinde gelen kişi vardı, bayağı dolu bir yer anlayacağınız.
Cape
Town’da zevkli bir gezi yapabileceğiniz diğer bir nokta ise Green Point. Aslında otobüsle de
geçmiştik, ancak yürümek de oldukça güzel bir parkuru var. Kıyıya vuran
dalgaları fotoğraflamak oldukça zevkli. Yine de yürümek dışında yapabileceğiniz
fazla bir şey yok. Sanıyorum tüm sahil şeridini yürüyerek Waterfront’a ulaşabilirsiniz. Biz denemedik, ama mümkün gibi.
Yalnız insan kalabalığı Waterfront’a yaklaşırken azalıyor gibi, yürümek için
pek zevkli olmayabilir.
Güneşin altında parlayan dalgalar kristalleri andırıyordu
Sahil şeridinde pek çok insan spor yapıyor
Uzakta Cape Town'un stadyumu gözüküyor
Cape
Town’un içerisinde gezdiğimiz son nokta ise Kirstenbosch Botanik Bahçesi idi. Burası tam anlamıyla koca bir
park. Beklediğimden daha büyük ve ayrıntılı çıktı. Bahçeye girerken bir harita
satın almayı, ya da öncesinde internetten falan telefonunuza indirmeyi
unutmayın derim. Çiçek, ağaç seviyorsanız kesinlikle gidip görmeniz gereken bir
park.
Başı dumanlı Masa Dağı parkın hemen yer yerinden gözüküyor :)
Her tür çiçek vardı, şifa için olsun, yemek ya da sadece bakıp koklamak için olsun...
Ara ara karşınıza bir iki göl çıkıyor par içerisinde
Kim böylesine güzel ve renkli çiçeklerin arasında oturmak istemez ki?
Baobab ağacı
Bu şirin kaplunbağanın en başta çiçeklere zarar verdiğini düşündük, ancak doğal dengeyi sağlaması için bilerek yerleştirilmiş :)
Kaplumbağacık kafasından büyük çiçekleri yemeğe çalışırken
Taşların bile üzerinde yetişebilen küçük çiçekler
Asırlık ağaçlar vardı resmen
Biz
uçağa gitmeden önce son gün, kiraladığımız arabayla gitmiştik. 11 saatlik uçak
yolculuğundan önce oksijen ve huzur depolamış olduk. O bakımdan da iyi oldu.
Tavsiye ederim :)
Sanıyorum ara sıra açık hahva konserleri de düzenleniyormuş bu parkta
Bir başka yaygın ağaç :)
Botanik bahçesinin bir diğer özelliği bu asma köpürülü ağaç yoluna sahip olmasın. Köprünün amacı ağaçların tepelerini ya da yüksek dallarını da daha yakından görebilmeniz.
Ayrıca yine bu köprü üzerinden uzaktaki şehri görmek de mümkün :)
Köprü biraz fazla sallanıyordu ama normal olsa gerek :)
Ördekçik ve ailesi
Cape
Town’un merkezinde yaptığımız etkinlikleri böyle sıralamam mümkün. Bu
saydıklarımın dışında Good Hope
Kalesi’ni, Company’s Bahçeleri’ni (yalnız bu parka dikkat, özellikle iş
çıkış saatinden sonra gidilmesi pek tavsiye edilmiyormuş, ayrıca kimden duysam
burada kapkaça uğramış bir tanıdığı vardı, kolyelerinize, saatlerinize ve tabii
ki fotoğraf makinalarınıza dikkat edin giderseniz), Masa Dağı’nın tepesini, Green Market Square’i (pazar meydanının
ismi. Bu pazarda Afrika’nın diğer yerlerinden de gelen pek çok kişi ucuza el
işlerini satıyormuş, biz geçerken hep toplanma halinde olduğundan pazar,
alışveriş yapamadık, ancak belki ilginizi çeker) ve Heart of Cape Town müzesi’ni gezebilirsiniz.
Ümit Burnu’na yaptığımız
geziyi ve Safari maceramızı ise
ilerleyen günlerde kaleme alacağım.
* Haritaya yakınlaşmak için farenizin sol tuşunu, uzaklaşmak için ise sağ tuşunu kullanınız.
* Her yerimi, o şehirle/ülkeyle ilgili bir yazıma bağlı. Yazıya ulaşmak için ime tıklayınca çıkan adresi kopyalayıp tarayıcınıza yapıştırmanız yeterli.
* Gezi üzerine olmayan yazılarıma ulaşmak için (örneğin konserler ve hobi yazıları) lütfen arama kutucuğunu ve üst barda bulunan 'sayfalar'ı kullanın.
İyi okumalar :)
TAKIPTE KALIN !
Dilerseniz, İpek's Photoblog'u Facebook ya da Instagram sayfalarından da takip edebilirsiniz. Sayfalara ulaşmak için ikonlara tıklamanız yeterli :)
0 yorum:
Yorum Gönder