“Keçileri Kaçırmış Bir Köy: Les Lindarets”
yazımda bahsettiğim üzere Cenevre’den ayrılmadan önce çevrede görmek
istediğimiz birkaç doğal güzelliği daha ziyaret etmeye karar verdik.
Gerçekten de Leman Gölü ve çevresinde,
Fransa tarafında, Mont-Blanc’a doğru uzanan tepelerde görülecek çok şey var.
Hepsini gezmeye sanırım insanın ömrü yetmez :) Yine de bir hafta sonu kaçamağı
yapıp dolaşmak oldukça güzel.
Biz de Lindarets yazımda belirttiğim
üzere, Montriond kasabası yakınındaki bir kamp alanında konakladık.
İlk gün kamp alanına yerleştikten sonra
Montriond Gölü’nü gezmek üzere yola koyulduk.
Kamp alanında yiyecek satın alacak bir yer
yoktu, zaten oldukça küçük bir kamptı o yüzden kasabadan geçerken bir
süpermarkete uğrayıp sandviç almaya karar verdik. Ancak dikkat! Montriond’daki
süpermarketler ne hikmetse İtalya ve İspanya’da olduğu gibi öğlenleri
kapalıydı. Mecburen “göl çevresinde bir lokanta vardır herhalde, artık parayı
bayılır orada yeriz” dedik.
Montriond’dan arabayla göle gitmek
yaklaşık 10-12 dakika sürüyor. Yani oldukça yakın. Tahmin ettiğimiz üzere gölün
çevresinde 4 adet lokanta vardı. Biri gölün diğer tarafındaydı. Hemen park
alanına en yakın olana oturup garsonu beklemeye başladık. Garson yanımızdan
gelip geçiyor, sağda solda dolu masalara yemek götürüyor ama bizimle
ilgilenmiyordu. Artık kalkmayı düşündüğümüz bir sırada yanımıza geldi ve “ne
istemiştiniz” diye garip bir soru sordu. Menü alıp alamayacağımızı sorduğumuzda
bize “ah yemek saati bitti bile” dedi. Saat alt tarafı 13:00’dü, etrafımızdaki
herkese yemek gidiyordu, olayı anlamlandıramadık ama çok da üzerinde durmayıp
bir sonraki lokantaya ilerledik. Bu sefer bir masaya oturmadan önce
garsonlardan birine yemek yiyip yiyemeyeceğimizi sormaya karar verdik. Sorumuz
karşında garson afalladı ve “elbette tabii, buyurun” dedi. Demek ki ilk lokanta
gerçekten de garip bir yerdi.
Tüm bu yemek işleriyle uğraşmaktan günün 2
saatini kaybettik sanıyorum. Neyse ki sonunda karnımızı doyurup gölün çevresinde
dur atmaya başladık.
Cumartesi günü ve havanında güzel olması
nedeniyle herkes Montriond Gölü’ne akın etmişti. Güneşlenenlerin yanı sıra
kanoya binip yüzenler de vardı. Açıkçası bana yüzecek kadar güzel gözükmedi,
ama dağların arasında uzanan göle öylece bakıp oturmak bile insanı rahatlatacak
düzeydeydi.
Mavi yusufçuklar da göldeydi :) |
Gölde balık tutmak da olası,
alabalıkgillerden birkaç balık türü için özellikle balıkçıların uğrak
noktasıymış. Elbette balık tutma izninizin olması gerekiyor bu tür etkinlikler
için.
1055metredeki Montriond Gölü yanlış
hatırlamıyorsam buzulların erimesiyle oluşmuş bir çöküntü gölü. Dağların
arasında oldukça etkileyici gözüküyordu.
Gölü inceleyebilmeniz için hoş tabelalar konulmuş :) |
Gölün çevresinde yarım tur attık sonra bir
yol ayrımına geldik. Yol ayrımında iki tarafa da Ardent Şelalesi oku konulmuştu.
Her ikisi de 20 dakika yürüme mesafesi gösteriyordu, sadece birinin altında
‘ormandan’ yazıyordu. Biz de ormandan gitmeye karar verip yürümeye başladık.
Yalnız göl çevresinde tur atmaktaydık, yani başka bir yöne gitmiyorduk. “Her
halde başlangıç noktamıza yakındı şelale” diye düşünerek ilerlemeyi sürdürdük
ve göl çevresindeki turumuzu tamamladık. Sonuç olarak karşımıza şelale ya da
şelaleye ayrılan başka bir yol çıkmamıştı. Sanırım okları yanlış koymuşlardı.
Gölün bir tarafında, sonradan yapılma ufak
bir göl daha bulunuyor. Daha çok çocuklar da yüzebilsin diye düşünülüp
oluşturulmuş bir alan anladığım kadarıyla.
Arabaya binip şelaleye öyle gitmeye karar
verdik. Beş dakika içinde şelaleye vardık. Ancak tek sorun, şelalenin tepesinde
olmamızdı. Pek fotoğraf çekmeye elverişli bir nokta değildi, ayrıca inşaat
vardı. Yokuş aşağı inip tekrar çıkmak gözümüze zor gözüktüğünden çevrede üç beş
dakika oyalanıp Lindarets köyüne devam ettik.
Çekebildiğim kadarıyla şelale |
Akşam ise Montriond kasabasına geri dönüp
bir şeyler yedik.
Aslında Montriond bir kış kasabası. Kayak
sezonu açıldıktan sonra dolup taşan bir yer çünkü ünlü Avoriaz kayak merkezine
oldukça yakın. Yine de yaz olmasına rağmen çevrede pek çok yürüyüş yolu
olduğundan gelen turistlerle doluydu. Ayrıca bir de müzik dinletisi
düzenlenmişti. Kısacası hoş bir ortamdı.
Montriond da ilgilimizi en çok çeken şey
ise İngilizce konuşan turistlerin yoğunluğuydu. Cenevre’de bile bu kadar
İngilizce konuşan insanı bir arada göremezken nasıl olmuştu da burası bu kadar
yoğundu anlayamadık. Yalnız sanırım çoğu orada yaşayan İngilizlerdi, belki
çevrede uluslararası bir okul vardır diye düşünmeden edemedik.
İkinci günümüzü anlatan “Aulps Manastırı,Şeytan Köprüsü Vadisi ve Mines d’Or Gölü” başlıklı yazıma buradan
ulaşabilirsiniz (yazı yayımlanınca bağlantı aktif olacaktır).
Şimdiden iyi gezmeler!
0 yorum:
Yorum Gönder