Sanırım yurtdışında yaşamaya başlayan pek
çok kişinin aksine benim buralara gelişim biraz isteksiz oldu. Ya da isteksiz
demeyelim de, uzun süre kalmayı düşünmüyordum. Ancak şimdi bakıyorum da
yurtdışına neredeyse temelli adamımı atalı tam 7 yıl olmuş.
Buralara gelmeden önce aklımda Türkiye’yi,
İstanbul’u, hele hele Kadıköy’ü terk etmek yoktu. Hatta arada sırada bana “dil
de biliyorsun, rahat çıkarsın yurtdışına” diyenlere asla ülkeyi terk etmeyeceğimi,
şartlar ne olursa olsun İstanbul’dan başka bir yerde yaşayamayacağımı
söylüyordum. Aslında şimdi de bu fikrimden çok fazla uzaklaşabilmiş değilim,
ama hayat şartları artık daha kesin kararlar almam gerektiğini söylüyor.
Örneğin günümüz şartlarında eşimin kendi alanında Türkiye’de çalışmasına bence
olanak yok (bkz. kozmoloji) veya ilerde çoluk çocuğa karışırsak, onların
alabileceği iyi bir temel eğitim bulabilecek miyiz? vb. daha bir çok soru var.
Ama aslında benim bu başlığı açmamın sebebi neden Türkiye’de yaşayamayacağımız
değil de, neden uzakta yaşamanın zor olduğu biraz. Özellikle de bir araştırma
görevlisi ailesi olarak sürekli göçebe hayatı yaşıyorsanız.
Yurtdışında yaşamak iyi, hoş; ancak
sanırım hayatının belli bir kısmını bir yerde geçirdikten sonra yurtdışına
taşınmak insanın sevdiklerinden, dostlarından ve hatta memleketinden daha bir zor
ayrılmasına sebep oluyor. Düşünsenize, 20 küsur yıl bir hayat ve çevre kurmuş,
farklı hayaller için yaşmışsınız ve sonra bir anda “puf!” hepsini silip yeni
bir hayata adım atıyorsunuz. Ailenizi, dostlarınızı arkada bırakıp başka bir
yere taşınıyorsunuz. En başta bu durum pek de büyük bir sorun yaratmasa da
ilerleyen zaman, yurtdışındaki ortamında yalnız kalan bünyeyi uzun uzun
düşünmeye sevk ettirebiliyor. Bir süre sonra yavaş yavaş insanların da
hafızalarından silinmeye başladığınızı görüyorsunuz.
Zor arkadaşlık kuran, ya da içine kapanık
biri değilimdir. Özellikle de ilk kez değişim programıyla uzun bir süreliğine
adım attığım bu yabancı ortamda, ilişki kurmanın ne kadar değerli olduğunu fark
ettiğimden, bir anda olmadığım kadar sosyalleştiğim de doğrudur. Ancak bir süre
sonra hem yaptığım iş gereği, hem de yukarıda belirttiğim göçebe hayatı yüzünden
dost bulmayı geçtim, uzun süreli arkadaşlık kurmanın bile imkânsız bir olay
olduğunu görmeye başladım. Benim gibi anlatmayı ve paylaşmayı seven biri için
biraz zor bir durumdu bu ve sanırım en başta farkına varmasam da, beni bu blogu
açmaya iten sebeplerin başında da bu paylaşamıyor olma durumu geliyordu. Böylelikle
hem ben bir şeyler yazıp, paylaşıp rahatlıyorum, hem de belki insanlara yurtdışındaki
sorunlarında veya gezip görmek istedikleri yerler konusunda fikir
verebiliyorum. Kısacası bir nevi terapi oluyor bu yazma işleri bana… Hatta
geçenlerde bir yazımın altına yapılan yorumla bundan çok daha fazla emin oldum.
Biri “tesadüfen blogunuza düştüm, arkadaşınızla konuşur gibi çok samimi bir
dille yazmışsınız, böyle devam edin” yazmıştı. Demek ki gerçek ortamda
yapamadığımı buradan yapabiliyorum ancak.
İşim gereği evden çalışıyorum. Aslında bu
durumdan çok da şikâyetçi olduğumu söyleyemeyeceğim. Elbette serbest çalışmanın
pek çok zorluğu var ama o başka başlık konusu olur. Her şeye rağmen insanın
kendi zamanını ayarlayabilmesi güzel bir durum. Özellikle de benim gibi her 2-3
yılda bir oradan oraya taşınma durumunda kalan(kalacak olan) biri için aile
saadeti adına çok önemli bir durum. En azından fizik camiasında şimdiye kadar
evli olup da eşiyle aynı şehirde doğru düzgün yaşayabilen fizikçi görmedim
desem yeri; çünkü bir araştırma görevlisinin eşi olarak, yeni bir ülkeye yerleştiğinizde
kimse sizi 1-2 yıllığına iş vermek istemiyor, hele bir de AB dışından
geliyorsanız vay halinize. O yüzden ya iki taraftan biri kariyerinden vaz
geçmek zorunda kalmalı ya da ayrı ülkelerde bir şekilde yaşayıp gitmelisiniz.
Ben bu işi yapmaya karar verdiğimde daha yurtdışına adımımı atmadığımdan hiç bu
gibi göçebelik durumlarını düşünmemiştim, ancak sonunda güzel bir tesadüf oldu bizim
açımızdan.
Yurtdışında yaşamanın getirdiği en büyük
zorluklardan biri de, her ne kadar günümüzde mesafeler kısalmış olsa da
istediğimiz her an sevdiklerimizin yanında olmamamız sanırım. Özellikle bu yıl
bunu çok daha iyi anladım.
Neden bilmiyorum, temelli yurtdışında
kalacağımı anladıktan sonra içimde sürekli bir “şimdi telefon çalacak ve kötü
bir haber alacağım, ama uzakta olduğum için elim kolum bağlı olacak” korkusu
vardı. Belki de burada fazla telefon kullanmadığımdan, çalması halinde illa
kötü bir haber gelecek diye düşünüyorumdur… Ne yazık ki bu yıl korktuğum başıma
geldi. Önce “babanı hastaneye kaldırıyoruz” mesajı geldi, aradan yarım saat
geçmedi, annem “babanı kaybettik” diye aradı. O an kendimi öylesine çaresiz
hissettim ki zargır zargır titreyip hüngür hüngür ağladığımı sanırım çok daha
sonra fark ettim. Her şey o kadar ani olmuştu ki aslında, ben Türkiye’de olsam
bile %99.9 ihtimalle yanlarında olamayacaktım. Ancak bu öyle bir an ki, insan
sadece son anda değil, yurtdışında geçirdiği tüm zamanlar boyunca ne kadar da
ailesinden uzak olduğunu düşünüp hayıflanıyor. Tek bir anı değil ama bir bütünü
düşünüp daha çok üzülüyor ve kendini suçluyor.
Aslında çok değil, babam vefat etmeden
sadece bir – bir buçuk ay önce İstanbul’da, yaş günü için toplandığımızda
yanındakilere “bizim kızla ancak internetten konuşuyoruz, İstanbul’a gelince
sürekli dışarıda, yüzünü gördüğümüz yok” diye gülerek anlatıyordu. Şimdi
düşünüyorum da, iyi ki o cümleyi kurmuş. Yoksa kendimi çok daha perişan
hissedebilirdim. Gerçekten de, belki biraz da buradaki sosyal ortamımın
zayıflığından olsa gerek ailemle, internetten de olsa, yüz yüze çok daha fazla
vakit geçirir olmuştum. Her hafta uzun uzun konuştuğumuz en az 1-2 gün oluyordu
ve evet, İstanbul’a geldiğim zamanlarda oraya gideyim, buraya gideyim, şunu
göreyim demekten zaten kısıtlı olan, azami 10 günlük gezilerimi de ailemin neredeyse
yüzünü görmeden geçiriyordum.
Sanırım yine bir rahatlama, içini dökme
yazısı kaleme almış oldum. Ben “gezi blogu” temasına uymasa da, “yurtdışında
yaşam” temasına uyduğunu düşündüğümden ve genel olarak da bu anlamda yazılar
yazmaya çalıştığımdan sizlerle paylaşmak istedim. Belki biraz da yurtdışında
yaşamanın tamamıyla tozpembe olduğunu düşünenlere ucundan biraz dokundurmak
istedim; çünkü hayat paylaşınca güzel ve paylaşacak insanlar azalınca insan
gerçekten yalnızlaşıyor.
Sevgiyle…
Babanıza Allah rahmet eylesin. Bence en güzel yazınız bu...
YanıtlaSilCok tesekkür ederim
SilSevgili İpek, duygulandım okurken. 2017 de yaziyorum bu yaniti. Buradan ayrilmasan da bazi şeyler buranin geçmisinde kaliyor. Özellikle su yaşananlardan sonra şehir köşe bucak hüzünlü. Iyı bir egitim arama burada. Ilgini kesmedigin surece tatli cocuklugunun güzelliklerinin ve okul yillarinin guzel diyari burasi. Sevgilerimle...
YanıtlaSilTeşekkür ediyorum teyzeciğim. Biraz eski diyarlar oldu ne yazık ki, hayal alemi içinde.
SilSevgiler,
Sevgili İpek, duygulandım okurken. 2017 de yaziyorum bu yaniti. Buradan ayrilmasan da bazi şeyler buranin geçmisinde kaliyor. Özellikle su yaşananlardan sonra şehir köşe bucak hüzünlü. Iyı bir egitim arama burada. Ilgini kesmedigin surece tatli cocuklugunun güzelliklerinin ve okul yillarinin guzel diyari burasi. Sevgilerimle...
YanıtlaSil