Aslında bu yazıyı çok daha önce kaleme
almam gerekiyordu; ama almamışım. Marsilya,
Nice ve Monako üzerine yazmadığımı da geçenler de bana gelen bir soru
üzerine fark ettim. O yüzden daha geç olmadan iki bölüme ayırıp bu gezimi de sizlerle
paylaşmaya karar verdim.
Yazının ilk bölümü başlıktan da
anlaşılacağı üzere Marsilya’yı kapsıyor. Bundan sanıyorum 4 yıl kadar önce
eşimin işi sebebiyle 1 aylığına Marsilya’da yanında kaldım. Bu süre zarfında
2-3 günlüğüne hemen Marsilya yakınındaki Nice’e gidip, oradan da günü birlik
Monako’ya gidip geldik.
Marsilya’da bulunduğumda aylardan şubat
olmasına rağmen inanılmaz güzel, neredeyse sıcak diyebileceğimiz bir havayla
karşılaştım. Gün içerisinde tişörtle dışarıda gezmenin bile mümkün olabileceği
kadar güzel bir havaydı bu.
Ne yazık ki havası bu kadar ideal ve güzel
olmasına rağmen (doğası da bir o kadar güzel aslında, malumunuz Akdeniz şehri),
Marsilya ne yazık ki hiç de güvenli bir şehir değil (bu arada Fransa’nınmerkezi olarak en kalabalık ikinci, bölgesel olaraksa en kalabalık üçüncü şehri
olduğunu belirtmekte fayda var).
Ben eşimi ziyarete gitmeden önce kendisi
kaldığı yurdun hemen önünde, şehir merkezinde, otobüs durağında otobüs bekleyen
insanların gözü önünde 5 kişi tarafından bıçaklı gaspa uğradı. Neyse ki
yaralanmadı, ancak dizüstü bilgisayarını çalmışlar, telefonunu da modelini eski
buldukları için üzerinde bırakıp gitmişler. Eşim hemen akabinde polise
gitmesine rağmen herhangi bir sonuç alamadı; olay sırasında kendisini en çok üzen şey ise
insanların gözleri önünde böyle bir olay yaşanmasına rağmen tepki
vermemeleriydi. 6 aylık Marsilya macerasının böyle başladığı düşünülürse,
sonraki tramvayı siz düşünün. Yurt değiştirip üniversiteye daha yakın bir yere
taşındı ama alışveriş dışında yurttan dışarı adımını atmadı.
Sonrasında çevremizdeki herkesten farklı
olaylar duyduk. Evine hırsız girenler, arabayla Marsilya’yı ziyaret ederken
arabayı çaldıran ya da içindekileri çaldıranlar, Marsilya yakınlarında kampta
kalırken çadırlarına uyku gazı sıkıldıktan sonra eşyalarını çaldıranlar vs vs.
Özellikle bir video-haberi gördükten sonra Marsilya’nın Fransa’nınTeksas’ı olduğuna kanaat getirmiştim (Baltimore’da bulunduktan sonra
Baltimore’u da diyebilirim aslında). Haberde bir takım kişilerin market
arabalarıyla tren yoluna barikat kurduğu, ardından da durdukları treni soymaya
çalıştıkları söyleniyor. Kapılar eski trenlerdeki gibi rahatça açılamadığından
saldırganlar içeri girememiş, bu arada da polis gelince kaçmışlar. Kameralara
konuşan polis ise gayet rahat bir tavırla “evet bu tip olaylar burada hemen her
gün başımıza geliyor” diyor. Güler misin ağlar mısın? :)
Elbette Marsilya’ya yolu düşüp herhangi
bir sorunla karşılaşmayan tanıdıklarım da var. Ancak bütün bunları temkinli
olmanız için anlattım. Aklınızda bulunsun :)
Gelelim Marsilya’da yaptıklarımıza.
Marsilya aslında çok hoş olabilecek bir
liman şehri. Fransa’nın en önemli limanlarından, belki biraz da bu yüzden
mafyanın da egemen olduğu bir şehir.
Liman kısmı en turistik ve en hareketli kısım.
Limanı tepeden gören bir de bazilikası (Notre-Dame-de-la-Garde Bazilikası) bulunuyor. Biraz yokuş olduğundan, hava da sıcak geldiğinden (zaten fazla da yolda yürümek istemediğimizde) biz otobüsle çıkmıştık bazilikaya. İçerisi çok hoşuma gitmişti. Özellikle deniz ve denizcilikle ilgili ikonalar ve eşyalar bazilikaya farklı ve özgün bir hava katmıştı.
Bazilika aynı zamanda şehre yukarıdan bakmak için de ideal bir noktada kalıyor. Biz gittiğimizde hava pek güzel olmadığından, ayrıca yanımda da iyi bir fotoğraf makinesi bulunmadığından pek güzel çekememişim ancak idare eddeceksiniz :)
Bazilika'dan limana bakış |
Limanın girişindeki taarihi doku da böylece görülebiliyor |
Akdeniz'e doğru bakış |
Her yer bina bina bina :) |
Bu arada söylemeden geçmeyeyim Alexandre
Dumas’nın kült eseri Monte Kristo Kontu’da geçen hapishane ada da (İf adası ve
şatosu) Marsilya’nın hemen 2 kilometre kadar açığında bulunmaktadır. Buraya
turlarla ulaşmak mümkün. Biz ne yazık ki gitmemiştik, gitmediğimize
hayıflanmıyor değilim.
Orada, bir İf Adası var uzakta.... |
Bu da yakınlaştırılmış hali |
Marsilya 2600 yıllık geçmişe sahip önemli bir liman kenti. Elbette şehirde görülebilecek güzel başka
noktalar da vardır. Ancak biz şehir merkezinde bazilika ve liman dışında sadece
Longchamp çeşmesini (aslında
Longchamp sarayı Fransızcası) ve Castellane
çeşmesini görmeye gitmiştik. Hoş ve
büyük bir çeşme, gidip görülebilir.
Gelelim Marsilya’nın biraz dışında
yapabileceklerinize. Hava güzelse,
yapılabilecek en iyi etkinliklerden biri falezlere gitmek.
Biz Sugiton ve Morgiou falezlerine gitmiştik (Calanque
de Sugiton et Morgiou), otobüsle ulaşım rahatça sağlanıyordu. Başlangıç noktası olarak Luminy’e
(burada bir de üniversite kampüsü bulunuyor) gitmeniz gerekiyor bu iki faleze
ulaşmak için. Ancak çevrede gidebileceğiniz başka falezler de var.
Luminy'de inip faleylere giderken hoş ormanlık bir kısımdan da geçeceksiniz |
Etrafta irili ufaklı tepeler, dağlar var. |
Ve elbette Akdeniz bitki örtüsü her tarafınızda :) |
Böyle tepelerin arasından yürürken "yanlış yere mi gidiyoruz acaba?" diye düşünmedik değil |
Ama merak etmeyin, yolun sonunda bu güyelim manzara ile karşılacaksınız. |
Bir alttaki fotoğrafta göreceğiniz üzere bu büke yürüyerek inme şanınız var |
Ve işte, aşağı indiğinizde denizin ne kadar şahane olduğunu bir kere daha fark edeceksiniz. |
Dilerseniz aşağı inmek yerine, veya aşağı inip tekrar yukarı çıktıktan sonra sağdan devam ederek burna kadar yürüyebilirsiniz. |
Burun noktasına yaklaştıkça patikadaki kaya/taş oranı da artıyor ancak yürümesi zor bir yol değildi. |
Burundan da manzara şahane :) |
Burun noktasına çıkınca diğer tarafta da hoş bir koy olduğunu göreceksiniz. |
Benim gibi poz da verebilirsiniz çıkmışken :) |
Şubatta denize girebileceğimi düşünmediğim
için yanımda mayo götürmemiştim, ancak denizin rengi o kadar davetkârdı ki
belki şubatta bile yüzülebilir demiştim içimden :)
Kısacası Marsilya’da durumlar böyleydi.
Bir sonraki yazımda sizlerle Nice ve
Monako hakkındaki deneyimlerimi paylaşacağım.
İyi gezmeler ve eğlenceler!
0 yorum:
Yorum Gönder