31 Ağustos 2015 Pazartesi


Münih ve Neuschwanst Şatosu maceramızdan sonra Avusturya’yı kat ederek (çok da uzun bir mesafe değildi zaten, Şato’dan İtalya’ya inmek yaklaşık 2,5-3 saat sürüyor; ama elbette trafik vardı, elbette abartısız tam 2 saat kıpırdamadan kaldık o trafiğin içinde) tam da İtalya Avusturya sınırında bulunan Resia’ya geldik.

Arabamız olduğundan kasabanın merkezindeki pahalı otellerde kalmaktansa 10km uzakta Padoellhof isimli bir otelde kaldık. Daha doğrusu evlerinin birkaç odasını ziyaretçilere açmış yaşlı bir hanım ve oğlunun işlettiği bir yerde kaldık. İtalyancanız yoksa nasıl anlaşırsınız bilemiyorum kendileriyle. İtalyanca bile anlaşmakta zorlandık biz çünkü yerel lehçede konuşuyorlardı; ama bir şekilde hallediliyor :)


Avusturya sınırındaki trafik yüzünden kasabaya geç vardığımızdan, otele yerleştikten sonra arabayla merkeze inip göl kıyısında küçük bir tur attık.

Huzur...
Başı dumanlı, karlı dağlar yanlış konumlandırmadıysak İsviçre tarafında kalıyor
Akşam çökerken gelen sütçü kamyonetcikleri :)


Sonrada oteldeki yaşlı hanımın tavsiye ettiği, merkezden daha uzakta, dağlara doğru bir başka lokantaya girdik. Lokantanın ismini hatırlayamıyorum ama otelden sonra yaklaşık 5km daha arabayla yukarı sürmeniz gerekiyor, sağ tarafınızda bir kilise kalacak, kilisenin karşısındaki lokanta. Oldukça memnun kaldık. Hem fiyatlar makul, hem de fazlasıyla doyurucuydu. Eğer akşam çökecek olmasaydı lokantanın arka tarafında küçük çağlayanlar yapan dereye doğru da yürünebilirdi belki.


Ertesi sabah ise önce erkenden kahvaltımızı ettik:

Elbette kahvaltıda yöresel tatlar denedik, zaten başka da şansımız pek yoktu. Buyrunuz speckli ekmek  (dikkat domuz içerir)
Sonra da Verona’dan da geçen Adige Nehri’nin kaynağını bulmak için kısa bir yürüyüşe çıktık (bu sırada savaş zamanlarından kalma siperleri de görebiliyorsunuz yol üzerinde);

Siper kapalıyken
Siper açıkken


İp gibi akan kaynak :)
Tepeden kasabaya bakış
Adige'nin kaynağını bulduktan sonragölün ortasındaki çan kulesini fotoğraflamak üzere göl kıyısına indik. 


Bu noktada, “ne olmuşta bu kule böyle gölün ortasında kalmış” ona açıklık getirelim.

Bolzano bölgesinde, Avusturya sınırından iki adım mesafede 1498metrede konuşlanmış Curon Venosto kasabası, 1900’lü yıllarda Curon (ya da diğer bir adıyla Graun) adıyla üç göle evsahipliği yapmaktadır. Ancak 1910 yılında, artan enerji ihtiyacının karşılanması için bu üç gölden ikisinin birleştirilmesine karar verilir (Resia ve Curon Gölleri, üçüncü göl ise halen yerinde durmakta, ismi de San Valentino alla Muta). Elbette köylerinin sular altında kalacağını gören Curonlular bu duruma isyan eder, Roma’daki hükümete ve Papa’ya mektuplar yazarlar ama bir sonuç alamazlar. 1920’li yıllarda iki gölün birleştirilmesi için baraj yapımına başlanır, ancak ilk olarak 1939’daki Birinci Dünya Savaşı, sonrasında da İkinci Dünya Savaşı yüzünden barajın yapımı sekteye uğrar. Savaşlar bittikten sonra ekonomik kriz ve malzeme yetersizliği boy gösterdiğinden yapım hepten durur, ancak biraz da İsviçrelilerin yardımlarıyla 1950 yılında kullanıma açılır. Böylece Curon köyü de sular altında kalır, sadece köy kilisenin çan kulesi gölün ortasında dikilmeye devam etmektedir. 


Günümüzde ise gölün ortasına birkaç ada kondurup üzerine de güneş panelleri koymak gibi bir hedefi varmış İtalyanların. Açıkçası Resia Gölü bana pek büyük gelmedi. Ufacık gölün ortasına bir de ada ve paneller yerleştirilirse nasıl bir görüntü ortaya çıkar bilemiyorum.

Kışın göl donunca kuleye kadar yürümek de mümkün oluyormuş. Efsaneye göre halen soğuk kış gecelerinde, göl donduğunda çanın sesini de işitmek mümkünmüş. :)

Bir sonraki durağımız Buz Adamı Ötzi’nin ayak izlerini takip ederek vardığımız Bolzano olacak. :)



0 yorum:

Yorum Gönder