Hem Benasque’ye hem de Sitges’e gitmek
için inmemiz gereken en ideal yer Barselona havalimanıydı.
Cenevre - Barselona arası uçakla yaklaşık
olarak 1,5 saat sürüyor. Normalde ucuz olduğu için bilet seçimimizi EasyJet’den
yana kullanıyoruz, ancak bu sefer ne hikmetse Swiss’in biletleri ucuz
havayollarının biletleri dışında oldukça ekonomik kalmıştı. Böylelikle hem
bagaj parası derdimiz olmaz, hem de biraz daha konforlu uçarız düşüncesiyle
Swiss’den bilet aldık. Ancak gelin görün ki Barselona’ya indiğimizde açlıktan
ölmek üzereydik. Tamam, 1,5 saat yolculuk fazla sayılmaz, örneğin THY yurt içi
uçuşlarda yiyecek bir şey veriyor mu, ya da 1,5 saatlik yurt dışı uçuşlarında
tatmin edici sandviçleri var mı bilemiyorum, ama Swiss’in bize verdiği sandviç
şaka gibi bir şeydi. Yaklaşık olarak 12cm’e 6cm boyutundaki kaya gibi sert
ekmeğin içinde sadece incecik bir dilim peynir vardı. Dönüş yolculuğumuzda ise 7-8cm çapında
yuvarlak, tuzlu bir ekmeğin içinde koca bir dilim tereyağı verdiler. Pek parlak
bir yiyecek değildi bizim açımızdan.
Gelelim iniş maceramıza. Şansımıza
Barselona’nın üzerine karabulutlar çökmüştü. Şimşekler, yağmur derken hava
koşulları inişe elverişli olmadığı için yaklaşık olarak 25 dakika havada tur
atmak zorunda kaldık. Bu yüzden hem Sitges’e gitmek için binmeyi planladığımız
trenlerden birini kaçırdık, hem de sonrasında, sonraki trene yetişebilelim diye
yiyecek birşeyler almadan trene koşturmak zorunda kaldık. Sonuç olarak biz saat
20 gibi havalimanına inmeyi düşünürken, saat 21 olmuştu bile. Zar zor
21:08’deki trene yetiştik, ancak bu sefer de bindiğimiz ilk tren 20 dakika
rötar yaptı ve aktarma yapacağımız ikinci treni de kaçırdık. Aktarma
yapacağımız durağa geldiğimizde halimiz içler acısıydı. Ne suyumuz, ne
yemeğimiz vardı ve istasyonda bizim dışımızda hemen hemen hiç kimse yoktu.
Panolar çalışmadığı için gelip giden trenlerin nereye gittiklerini
bilemiyorduk. Alt tarafı iki peron vardı ama birinden diğerine geçmek için
merdivenlerden yukarı çıkıp, aşağı inmek gerekiyordu. Öyle öyle trenlerin
peşinden koştururken bir tren daha kaçırdık. Neyse ki bu ara su alabileceğimiz
bir otomatik makina keşfettik de sussuzluktan ölmekten kurtulduk. Sonunda başka
bir turist çiftin yardımıyla trenimizde binip Sitges’e vardığımızda saat 23
olmuştu bile.
Barselona’da toplamda 4gün kaldık. İlki
Sitges’den Barselona’ya gittiğimiz 2 ağustos günüydü. Şehre öğleden sonra
vardığımız için, kalacağımız yere yerleştikten sonra ilk iş birşeyler
atıştırdık. Ardından da (kaldığımız yer La Rambla’ya çok yakın olduğu için)
Gaudi’nin inşaa ettiği binalara göz gezdirmek için La Rambla’ya çıktık.
Açıkcası ben Barselona’ya ilk seyahatimi
2010 şubatta, Erasmus’dayken yapmıştım. Şubat ayı olduğundan olsa gerek her yer
oldukça tenhaydı ve gezmesi pek rahattı. Ancak ağustos ayı itibariyle her yer
turist kaynıyordu. 2010’daki gezimde hemen her yeri gezmiştim, fakat sanırım o
geziyle ilgili birşeyler kaleme almamışım. Yine de hemen hemen aynı yerleri,
hatta daha fazlasını gezmiş oldum bu sefer, o yüzden biraz da karşılaştırma
yaparak anlatacağım sizlere.
İlk durağımız Casa Batlló idi. Ne yazık ki önünde çok kuyruk olduğu ve ben de ilk
gezimde ziyaret ettiğim için girmekten vazgeçtik.
Onun yerine biraz daha ileride
bulunan ve benim de görmediğim La Pedrera’yi gezmeye karar verdik. La Pedrera
her ne kadar günümüz binalarının yanında oldukça farklı kalsa da, bana
sorarsanız Casa Batlló’nun yanında bir hiçti. Tutupta verdiğimiz o 16euroya
değer mi emin değilim. Bir kere göreceğiniz fazla birşey yok. Halen kullanılan
bir yapı olduğu için binanın %80’i ziyarete kapalı. Size tavsiyem kuyruk ne
kadar uzun olursa olsun, Batlló’ya gitmeniz, emin olun memnun kalacaksınız.
|
La Pedrera'nın girişinde kuyruk beklerken |
|
La Pedrera'nın maketi |
|
Avlu |
|
Bu da dışarıdan çektiğim kapıya içeriden bakış |
|
Çatıdan avluya bakış |
|
La Pedrera'nın çatısından Sagrada Familia |
|
Çatıda |
|
Çatıda |
|
Casa Batlló'nun evrimi |
|
Gaudi bütün ilhamını doğada var olan nesnelerden almış |
|
Ayrıca La Pedrera'nın içerisinde dönemi yansıtacak şekilde döşenmiş pek çok oda ve banyo görmek mümkün. |
La Pedrera’dan çıktıktan sonra “bari bugün Gaudi
günü olsun” diyerek Parc Güell’in yolunu tuttuk. 2010 yılında ziyaret ettiğimde
pek hoşuma gitmişti bu park. Ancak tepelik bir yerde konuşlandığı için dik
yokuşları tırmanmanız gerekiyordu. Bu seferki gidişimde yürüyen merdivenleri
keşfettim. Bilmiyorum 2010’da da var mıydı, fakat pek güzel bir sistem olmuş.
Rahat rahat yukarı çıkıyorsunuz.
|
Çıktıkça çıkıyorsunuz yürüyen merdivenleri. En az beş kat vardı. |
2010 yılında Güell’i gezmek ücretsizdi. Ne hikmetse
oradan da para kazabileceklerine karar veren İspanyol yetkililer parkın
Gaudi’nin eserleri bulunan kısmını çevirip ücrete bağlamışlar. Sanıyorum 4 ya
da 5 euro giriş ücreti, ancak biz girmekten vaz geçtik. Hem eserlerinin bir
kısmını içeri girmeden de görebiliyor olmaktan, hem ben daha önce gezdiğimden,
hem de yağmur bastıracak gibi bir hava olmasından.
|
Kara bulutlar... |
|
Gaudi'nin heykelleri genel olarak bu platformun ön ve alt kısmında bulunuyor |
Nitekim parkın tamamını turlayıp çıkmak üzereyken
deli gibi bir yağmur bastırdı. Güç bela kendimizi bir kapı eşiğine sakladık.
Sanıyorum 15 dakika yağmurun hafiflemesini bekledik.
|
Eğer vaktiniz varsa parkın tamamını gezebilirsiniz. En azından genel yoldan bir tur atmak mümkün. Çevrede çeşitli sokak sanatçılarını birşeyler çalarken göreceksiniz. |
Oldukça ıslandığımız için kaldığımız misafirhanenin
yolunu tuttuk. Bu arada belirtmeden geçmeyeyim, kaldığımız yeri de
airb&b’den bulduk. Tıpkı Sitges’de yaptığımız gibi, ancak Barselona’da
kaldığımız yerden hiç de memnun kalmadık. Bir kere kalacağımız yerin bir
misafirhane olduğunu bilmiyorduk, ikincisi kutu gibi bir odada kaldık. Sanıyorum
4 ya da en fazla 5 metrekareydi. Sadece 2 yatak ve aralarında bagajımızı
koyabileceğimiz kadar bir yer mecvuttu. Her ne kadar misafirhanenin sahipleri
sempatik insanlar olsalar da bu kadar küçük bir yeri oda diye kiralamamaları
lazımdı. Bir duvar sırf pencere olmasına rağmen sıcaktan ölecektik ve
pencerenin açıldığı yer binanın avlusu olduğundan hem çok gürültü vardı, hem de
sürekli yemek kokuları geliyordu.
İkinci gün öğleye kadar vaktimiz vardı. Öğleden
sonra Benasque’ye gidecek olan otobüsümüze yetişmemiz gerekiyordu. Böylece önce
kumsala inip çevresinde bir tur attık...
|
Kumsala gidelim derken yanlışlıkla marinaya girdik. |
|
Kumsaldaki ne idüğü belirsiz yapı ve fonda (sanıyorum ki) Dünya Ticaret Merkezi. |
|
Kumsal dolup taşıyordu |
...sonra da şehir parkına yürüdük (Parc de la
Ciutedella). Park oldukça genişti. Ufak bir kısmında tur atıp birşeyler
yedikten sonra valizlerimizi almak üzere otelimize geri döndük.
|
Sahilden parka doğru yürürken... |
|
Modern heykellere de rastladık |
|
Barselona'da en yaygın şeylerden biri de gökdelenler |
|
Ve sonunda pardayız |
|
Dilerseniz ufak bir gölette kayık da sürebiliyorsunuz. |
|
Bu arada belirtmeden geçmeyelim, hemen her Avrupa şehri gibi Barselona'da da kiralık bisikler mevcut. |
|
Ya da dilerseniz Vietnam usulü tuktuklar da var :) |
Yol üzerinde zafer takını (Arc de Triomf) da
fotoğraflamayı ihmal etmedik :)
Bu arada başta yazmayı unutmuşum. Ulaşım biletlerini için
10luk paketler halinde satılanlardan alabilirsiniz. Bize günlük biletten daha
avantajlı geldiler. Ancak 3-4 günlük ya da 1 haftalık biletlerden almak
istiyorsanız belki onlar daha uygundur.
Barselona’daki üçüncü günümüz 13 ağustos öğleden
sonra Benasque’den döndükten sonra başladı. Yine aynı misafirhanemize yerleştik
ve bütün günü Barselona’nın en önemli yapısı olan Sagrada Familia’da geçirdik.
2010’daki ziyaretimde de bu kiliseyi görmüş, ancak içerisine girmemiştim. Size
tavsiyem kilisenin içini de bir görmeniz. Dışıyla pek alakası yok, olduça
renkli ve ilginç bir yapı. Bana biraz Le Havre’da gezdiğimiz kiliseyi
anımsattı. İçeri girmek için de öncelikle biletinizi internet üzerinden alınız/ayırtınız.
Böylelikle kuyruk ve sonrasında da size verilen saate kadar beklemekten
kurtulacaksınız.
Biz biletimizi önceden satın almadığımız için 45
dakika kuyrukta bekledik. Ardından da 1,5 saat içeri giriş saatimizin gelmesini
bekledik.
|
Aslında yakından bakınca işlemeler bir harika. Çok fazla ayrıntı var |
|
Giriş kapısındaki yaprakların arasına böcekler gizlenmiş |
|
Kolonlar ilhamını ağaçlardan almış |
|
Bu kaplumbağanın Budist felsefeyle bir ilgisini olduğunu düşünüyorum. |
Gaudi’nin mezarının olduğu şapele girmek ise
ücretsiz. Bilet gişelerinin solundaki kapıdan kilisenin altındaki şapele
ulaşabiliyorsunuz. Biz girişi çok aradık, ondan söylüyorum.
|
Kilisenin içerisinden de şapeli görmek mümkün. Ancak nereden girildiğini anlamamız vakit aldı. |
|
Gaudi'nin mezartaşı şapelde bulunuyor |
Sagrada Familia’yi terk ederken saat 20:30’a
geliyordu sanırım. Böylelikle Plaça Espanya’ya (İspanya Meydanı) gidip müzikli/sihirli
fıskiyeye (Font Màgica) bakmaya karar verdik. Fıskiyeyi şubat ayında
çalıştırmadıkları için bir önceki gelişimde izleyememiştim. Normal şartlarda
gösterinin saat 21’de başlaması gerekiyordu. Ancak saat 21:15 oldu, 20 oldu,
çalışan hiçbir şey olmadı. Etraf gösteriyi izlemeye gelen insanlarla dolmuştu,
hava kararmıştı; fakat ne bir ses ne bir hareket vardı. Yanımızda su satın
almakta olan bir aile sucu ile muhabbete girdi de, satıcı adam “su yok,
açmayacaklar” dedi, böylece biz de gitmeye karar verdik. 21:40’da da (gösteri
her yarım saatte bir olmalıydı) artık hiçbir hareket olmayınca birşeyler yemek
üzere alandan ayrıldık. Böyle de ufak bir hayakkırıklığı yaşamış olduk. En
azından alana bir yazı asıp durumu bildirebilirlerdi.
|
Plaça Espanya. Venedik'de, San Marco meydanında buluna kuleye benziyor bunlar :) |
|
Pek de güzel bir yer bulmuştuk fıskiyeyi izlemek için |
|
Sonuç olarak Arena'nın fotoğrafını çekip alandan ayrıldık |
Barselona’daki son günümüz de ise bol bol
vaktimiz vardı, ancak valizlerimizi bırakabileceğimiz bir yer yoktu. Normal
şartlar altında kaldığımız misafirhaneye bırakabileceğimiz söylenmiş olsa da
(ki önceki sefer öyle bırakabilmiştik de), bizden sonra büyük bir grup giriş
yapacağı için en fazla öğleden sonra 2’ye kadar vaktimiz olduğunu söylediler.
Bu durum biraz canımızı sıkmıştı, çünkü uçağımız saat 21’deydi.
Yine de “hiç yoktan iyidir” diye düşünerek
sokakları turlamaya başladık. Aslında Barselona’daki ara sokaklarda keşfedecek
o kadar çok şey var ki! Bazı yerlerde binalar güzellik konusunda birbirleriyle
yarışıyorlar.
Ayrıca çeşitli açık hava sergileriyle de karşılaşmak olası...
Biraz merkezde turladıktan sonra fünikülerle
Castell de Montjuïc’e çıkmaya karar verdik. Füniküleri
de normal ulaşım biletiyle kullanabiliyorsunuz. Başka tür bir bilete
ihtiyacınız yok. Hatta metrodan direkt aktarma da yapabiliyorsunuz, bilet
basmanıza gerek yok. Yalnız şöyle bir durum söz konusu, en tepedeki kaleye
çıkmanız için fünikülerden sonra 2 ayrı teleferiğe daha binmeniz gerekiyor. Teleferiği
sanki fünikülerin bir devamı gibi koymuşlar ama ikisi farklı sistem. Teleferikte
oldukça kuyruk oluyor ve sanıyorum başka bir bilet almanız gerekiyor. Bu
durumda bizim yaptığımız gibi hemen füniküler istasyonunun önünden geçen
otobüslerden birine binip kaleye kadar çıkabilirsiniz. Hem daha hızlı, hem daha
ekonomik.
|
Otobüsle kaleye doğru çıkartken |
|
Füniküler (sağda) ve teleferik (solda) istasyonları yan yana |
|
Kaleye kadar çıkan teleferikler |
İnternetten şatoya girişin bedava olduğunu
okumuştum, ancak orası da bedava değilmiş. 4 euro idi sanırım giriş. İçerde de
pek birşey yok dediler, biz de girmekten vaz geçtik. Şatonun öteki tarafına
yürüyüp birazcık liman manzarası seyrettikten sonra yürüye yürüye fünikülere
geri geldik.
|
Şatonun girişi |
|
Limana bakış |
|
Kaleden aşağı doğru inerken pek çok fıskiye ve çeşme ile karşılaşacaksınız |
|
Marina tarafında da başka teleferikler bulunuyor |
|
Tepeden Barselona merkeze bakış |
|
Hmm, yani "çiçekleri sulamak için kullanılan fıskiyelerden çıkan su içi içilebilir değildir" -_- |
Şatodan sonra misafirhaneye dönüp
eşyalarımızı aldık ve CosmoCaixa’ya (bilim müzesi) gittik. 2010’daki
ziyaretimde de bu müzeye gitmiş ve gezmiş olmaktan memnun kalmıştım. Özellikle
yanınızda çocuğunuz varsa, ya da bilimle ilgileniyorsanız bu müzeyi görmenizi
tavsiye ederim. Pek çok açıklama ve deney bulunuyor içeride.
|
Bu geçiş elemanı, bildiğiniz hem bacakları, hem de yüzgeçleri var. |
|
Kocaman ağaçlar, koca koca balıklarla birlikte... |
|
Seranın içerisinde Tropik havayı sağlamak için suni yağmur da yağdırılıyor. |
Kısacası toplamda sadece 2 - 2,5 günümüz
vardı. Yine de şehrin büyük bir kısmını gezdik. Bunlara ek olarak, ilk
seyahatimde gezdiğim ve size de önerebileceğim yerler:
Poble Espanyol: Eski İspanyol
kasabalarının bir kopyasını yapmışlar. İçeride yemek yiyecek yerler, alışveriş
edecek dükkanlar var.
Palau Música Catalana : Halen de kullanılmakta olan bir opera binası
burası. Sadece turla gezilebiliyor. Biraz tuzluydu sanırım biletler, ama
görkemli bir yapısı var operanın. Gezilebilir.
|
Opera binasının bir köşesi |
İyi gezmeler :)
0 yorum:
Yorum Gönder