2 Ocak sabahı Hue'den Hoi An'a yaklaşık
olarak 3-4 saatlik bir otobüs yolculuğu ile geçtik. Yolculuk sırasında bir adet
mola bulunuyor. Her ne kadar iki şehir arası çok uzak olmasa da biz Hoi An'a
vadığımızda hava oldukça sıcaktı.
Buarada söylemeden geçemeyeceğim, Hue ve
Hoi An arasında bir tünelden geçtik, bana inanılmaz uzun bir tünel gibi geldi,
şimdi araştırdım da sadece 6.28 km imiş. Artık kaç kilometre ile gidiyor
idiysek bana çok uzun gelmişti tünel, gerçi güneydoğu asya'nın en uzun
tüneliymiş.
Hoi An Vietnam'ın en çok merak ettiğimiz
şehirlerinden biriydi; çünkü Hoi An'a kadar olan yolculuğumuz boyunca yolda
karşılaştığımız hemen herkes bu küçük şehri pek methetmişti. Nitekim varınca
bunun nedenini anladık. Gece gündüz her yeri süsleyen renkli lambaları, küçük
evleri ve nehir kıyısı ile Hoi An çok şeker bir yerdi. İşin tek kötü tarafı
buranın gayet çekici olduğunu fark eden yerli halkın durumu kötüye
kullanmasıydı. Bilinçli olarak kazıklamaya çalışıyorlar. Hemen herşeyin fiyatı
burada iki misline çıkıyordu (örneğin su büyük 10 000 küçük 5000 dong. normal
şartlarda); ancak yine de ucuza güzel yemek yenebilecek yerler var ara
sokaklara girerseniz.
Pahalılık dışında bu şehrin bir diğer
dezavantajı da herkesin çok ama çok ısrarcı olmasıydı. Ara ara çığlık atasım
gelmedi değil, ama gülüp geçmeye çalıştım. Her yerden biri fırlıyor. Nehir
kıyısında yürürken aşağıda kalıp göremediğiniz kayıklardan insanlar fırlayıp
ayaklarınıza yapışabiliyor mesela ya da yolda yürüyorsunuz, yolun diğer
tarafında dükkanında oturan biri size bağırıp kendi dükkanına çağırmaya
çalışıyor; işin kötüsü adam dükkanın içinde, hangi dükkandan geldiği de ilk
bakışta belli olmuyor. Ancak sanırım en
ilginç diyaloğu kumsalda satış yapan bir kadınla yaptık. 45 yaşlarında bir
kadın, elinde genişçe bir sepetle bize yaklaştı ve genellikle küçük biblolardan
oluşan incik boncuğu satmak istedi. Birsüre sonra benim fazla oralı olmadığımı
anlayınca eşimi ikna etmeye çalıştı. Eğer onu ikna ederse benim de ikna
olacağımı düşündü herhalde, fakat nafile, ben hiçbirşey almak istemiyordum. En
sonunda kadın dayamayıp "ladyyyy, you are beautiful!" diye iç
geçirerek sesini yükseltti. Ses tonu o kadar manidardı ki, söylediği cümle
direkt olarak "ay al hadi artık bişi, adamı hasta etme
kadın!"diyordu. Sonuç olarak (yaklaşık 15 dakikanın sonunda sanırım) bizi
(beni) ikna etmeyi başardı kadın. Fiyatı kıra kıra en son abidik bir rakama
'lucky buddha' biblosu aldık bi tane.
Bir de Vietnamda anlamlandıramadığımız bir
"lucky hours" furyası var. Sanıyorum ki "lucky hour"un
mantığını biraz yanlış anlamışlar. Bir kere her gün her dakika lucky hour, öte
yandan lucky hour satıcılar için 'şanlı' bir zaman. Hemen yanınıza yanaşıp
"hadi şekerim lucky hour, bir buddha heykeli alsana" diyorlar, ancak
ne bir indirim var ne birşey. Sonuç olarak satış yaparlarsa onlar şanslı oluyor
:)
Gelelim Hoi An'da yaptıklarımıza. İlk
günümüzü şehri dolaşarak geçirdik.
|
Kayıkların önünde bulunan gözlerin sudaki kötü yaratıkları korkuttuğuna inanılıyormuş. |
|
Suya atılan dilek mumları görüntü olarak çok güzeldi, ancak çevre kirliliğine katkıları ayrı bir gerçek |
|
Japon Köprüsü. Köprüye sanıyorum akşam sekiz, sabah sekiz arası girişler tek yönlü olarak paralı. Biz bir akşam girmeye çalıştığımızda para istendi, başka bir sabah ise rahatça geçtik, o yüzden bilemiyorum. Para ödemeyin, doğru zamanın ne zaman olduğuna bakın :p |
|
Küçük küçük taburecik ve masacıklar her yerde |
|
Gerçekten de tüm lambaların ışıkları yakılınca ortaya çok güzel bir manzara çıkıyordu |
İkinci
günü yine Sinhtourist aracılığıyla (adresine ilk yazımdan ulaşabilirsiniz)
yakınlarda bulunan My Son tapınaklarını gezerek değerlendirdik. Sonradan fark
ettik ki gerçekten de bu tapınakların yapısı Kamboçya'daki tapınakların
mimarisine benziyor. Zaten düşününce aynı kökenden insanların ortaya koyduğu
bir mimari oluyor. Ne yazık ki bombardmanlar yüzünden bu tapınaklar da oldukça
hasar görmüş, pek fazla gezecek şey kalmamış ortada.
Tapınaklardan sonra bizi küçük bir tekneye
bindirip önce bir tahta işleme köyüne, ardından da şehir merkezine getirdiler
ve birşeyler yedik. Eğer tahta eşyalara merakınız varsa iyi kaliteye, makul
fiyatlara güzel şeyler bulabilirsiniz gibime geldi bu tahta işleme köyünde.
|
Tekne ile köye doğru geçilirken atıştırmamız için birçeşit reçel verdiler. Merak etmeyin öğle yemeği bundan ibaret değil :) |
|
İstiridye içinden süslemeler de yapıyorlardı. |
|
yolculuk ettiğimiz tekne |
|
Tekne yapımından bir sahne |
|
Bu da motosikletli vapur :) |
Yarım günlük bu gezinin ardından bir
taksiye atlayıp yakındaki Cua Dai plajına gittik. Taksi gidiş dönüş 32 000 dong
tutuyor. Tesadüfen şehir merkezinde bir yerlerde bulduğumuz taksi durağından
bir taksiye atlayarak plaja ulaştık. Sonrasında da yemek yediğimiz lokanta bize
bir taksi çağırttı.
Plaja vardığımızda her ne kadar denize
girmek için geç kalmış olsak da hoş bir yürüyüş yapacak vaktimiz oldu. Bir
hindistancevizi suyu eşliğinde kumsalın bir kıyısından diğerine doğru biraz
yürüdük. Tamamiyle gidip dönmek biraz güç çünkü oldukça uzun bir kumsal. Ancak
vaktiniz varsa, havada güzelse bir kaç günü bu plajlarda geçirebilir, hatta
yüzebilirsiniz. Yine de kumsalda bulunan işaret tabelaları ve bayraklarını
kontrol edin. Biz gittiğimizde denizde olan bir kaç kişi vardı ama bayraklar
yüzülmemesi gerektiğini işaret ediyordu.
|
Buradaki balıkçı kayıkları yuvarlaktı |
|
Buradaki balıkçı kayıkları yuvarlaktı |
|
Günbatımı bile farklıydı |
|
Eğer hindistancevizi içmek isterseniz sizin için kırıyorlar. |
Ertesi gün ise bu sefer Go Travel ile
"Mermer Dağı"nı (Marble Mountain) ziyarete gittik. Açıkcası biraz
kazıklandık. Bir kere dahil denilen öğle yemeğinin dahil olmadığı ortaya çıktı,
boşu boşuna bizi bıraktıkları bir restoranın çevresinde vakit geçirmek zorunda
kaldık (birşey yemedik çünkü çok pahalıydı). Öte yandan sade bir gezi için kişi
başı 20 dolar gibi uçuk bir fiyat verdik ki bu Vietnamda yarım günlük bir gezi
için çok fazla. Ancak Sinhtourist'in bu noktaya gezisi yoktu. O yüzden değerlendirmek
istedik. Neyse ki mermer dağı oldukça ilginç bir yerdi. Vietnamlı askerler uzun
yıllar bu dağda Amerikalı askerlerden saklanmayı başarmışlar.
|
Yukarı doğru önce bayağı merdiven çıkacaksınız, bazı yerler de azıcık tırmanmak da gerekiyor, o yüzden size tavsiyem yağmur yağmamasına dikkat edin gideceğiniz gün, yoksa kayıp düşebilirsiniz gerçekten. |
|
Böyle küçücük deliklerden geçmek gerekebiliyor, fazla iri olmamak lazım gibi |
|
Ancak yukarı ulaştığınızda manzara harika |
|
Vietnamlıların uzun süre saklandıkları mağaraya doğru girerken |
|
Mağaranın iç kısmı |
|
Bu koca budhhanın karnını okşamak şans getiriyormuş :) |
|
Dağdan sonra bir de My Son tapınaklarından çıkanların sergilendiği bi müzeye gittik Da Nang'da. Müzeyi ziyaret etmenden My Son'a gitmek de fayda var bence. |
|
Biraz koloniciliği yansıtan bir fotoğraf olmuş |
|
Müzeden sonra bizi Cua Dai plajının öteki kısmına bıraktılar. Sanıyorum uzaklarda kocaman bir Buddha heykeli vardı |
|
Plajda beklerken bu küçük vatandaşa rastladık. Evindeki kumları dışarı atmakla meşguldü :) |
{ Bütçe planlamanızda yardımcı olması amacıyla hazırladığım 21 günlük harcama listesini görmek için lütfen tıklayın. }
Gelelim kaldığımız otel ve uğradığımız
lokantalara.
Otel: Phuong Dong Hotel Adresi: Ba
Trieu, Numara 42. İnternet bağlantısında biraz sorun olduğunu söyleselerde bir
süre sonra nasıl olduysa odamızdan da bağlanmaya başladık. Özellikle arkaya
bakan odaların nispeten hoş bir manzarası var. Sıcak su ve klima mevcut. Fiyat
kalite olarak Hoi An standartları için oldukça makuldü. Son gün Siem Reap
uçuşumuz için Da Nang havalimanına gitmemiz gerekiyordu, taksiyi de otel
vasıtasıyla ayarladık. Sanıyorum kaldığımız otel dilerseniz size tur
ayarlayabiliyor, ancak kendi turları yok, o yüzden bir 'tur baskısı' ile de
karşılaşmadık, rahattı. Geceliği
yaklaşık olarak 10 - 12 dolardı.
- Kahvaltılarımızı hemen otelin karşısında
bulunan kafede yaptık. Biraz yavaşlar ama belki bizim hep sabah etken saatte
gitmiş olmamızdan kaynaklandı.
- Cafe
43 (Tran Cao Van,
Numara 43D) Burada bir kaç kere yedik. Güzel bir
mekandı. Genel olarak yemek saatlerinde dolu oluyor, fakat fiyat-porsiyon uyumu
iyiydi. Açık birasını tavsiye etmiyorum çünkü gazı yoktu. Genel olarak
karşılaştığımız açık biraların hepsinde aynı problem vardı.
|
Kafenin hemen yanında bolca kuş kafesi vardı |
- Vuon
Xua (Old Garden) Cafe Restaurant (Phan Chu Trinh, 33 Numara) : Biraz saklı bir yerdeydi bu lokanta, ancak
gittiğinize değiyor. Porsiyonları fazla büyük değil gibiydi, ancak fiyatlar
makul.
|
Old Garden'ın bulunduğu sokağa girmeden önce menüsüne cadde üzerinde rastlamak mümkün. |
|
Bu şirin de bize eşlik etti yemekte |
|
Gelmişken Hoi An'ın Cao Lau isimli yemeğini de tatmış olduk. Biraz çorba gibi, ama tam çorba da değil, fena bir yemek değildi. |
- Bir akşam yemeğimizi de Cua Dai plajının
hemen girişinde bulunan (denize yüzünüze dönüp kumsaldan sola doğru yürümeye
başlayın) bir lokantada deniz ürünleri yiyerek yaptık. Porsiyonlar büyük değil,
ancak deniz ürünleri için makuldü fiyatlar. Balıklar ve yengeç, istakoz gibi
kabuklular taze, hemen havuzdan çıkartıp pişiriyorlar. Lokantanın ismini
hatırlayamadım ama mavi renk hakimdi dekorasyonda, ayrıca yengeçlerin vs.
içinde bulunduğu bir kaç büyükçe akvaryum var lokantanın dış kısmında.
|
Tabii ki sokak lezzetlerini tatmayı da ihmal etmedik. Örneğin bu şişlerin ne etinden olduğunu bilmiyoruz, ama tattık. Fena değildi, ama biraz fazla yağlı ve soslu. |
|
Bunlar da tatlı niyetine, bu muzlu idi. |
|
Bu da hindistancevizi parçalı. Yalnız ikisi de artık ne yağında pişiyorsa, oldukça ağırdı. |
0 yorum:
Yorum Gönder