Eylülün 15 gibi İstanbul'dan Cenevre'ye
geri döndük. Bir haftalık kısa ama sıcak bir tatilin ardından (bkz. Fethiye,
Kaş vb... Onu da ayrıca kaleme almak lazım) İstanbul'dan
Cenevre'ye dönmek, sonbaharı yaşamadan, yazdan kışa atlamak demekmiş...
Geldiğimiz gibi çıkardık yorganları. Gündüzler öyle aman aman soğuk olmasa da,
geceleri yorgan örtülüyor. Böyle giderse bir yorgan daha satın almamız
gerekecek.
Cenevre'ye gelince
mevsimlerin hızı hayata da yansıdı. Her ne kadar Cenevre pek hayat dolu olmasa
da (İstanbul'daki o kalabalığa tekrar alıştığım 15günden sonra), gerek
üniversitede derslerin başlaması, gerekse tekrar yemek
pişir, ütü yap telaşı başladığından olsa gerek hayat da daha hızlı akmaya başladı.
pişir, ütü yap telaşı başladığından olsa gerek hayat da daha hızlı akmaya başladı.
Bu arada elbette
yeni sezonun açılmasıyla birlikte havaya giren ben, sosyal aktivitelere de el
atmaya karar verdim. Ancak bir kaç ay önce taşındığımız yeni evimizin (malum
Cenevre'de yer bulmak, bulsak bile aynı yerde sürekli kalmak zor) üniversiteye
pek yakın olmaması sebebiyle, bu sefer evin yakınlarda birşeyler aramaya karar
verdim. Nitekim buldum da... Yoga! Hep bi merak vardı içimde, gitsem, yapsam
etsem, rahatlasam falan. İşte tüm bu gazla gittim pazartesi günkü ilk yoga
dersime. Ama açıkçası 1 saat 15 dakika boyunca gözlerim kapalı bir şekilde (ki
itiraf ediyorum arada açıyordum Fransızca söylenen herşeyi doğru anlayıp
anlamadığımı kavramak, sakat bir hareket yapmamı engellemek için) nefes
hareketli yapmak, neredeyse kıpırdamadan durmak beni pek açmadı. Ya ben kafamda
çok büyütmüştüm, ne olduğunu çözememiştim. Ya da burada yoga çok daha farklı
bir kavram. Gerçi gördüm ki ders sonunda tek sıkılan ben değildim. Hocanın yanına gidip
'biraz müzik mi eklesek?' diyenler de çıkmadı değil. Ancak kabul görmedi
teklifleri.
Dersin tek yararı,
Türkçe isimlerini bile bilmediğim pek çok kemiğin, Fransızca isimlerini öğrenip
öğrenmediğimi test etmem oldu. Artık burun kanadından, kuyruk sokumu kemiğine,
yok efendim ayak tarağından, hipotalamusa kadar ne ararsanız...
Öte yandan
söylemeden geçemeyeceğim, dersin 1 saati rahatlama ve nefes alıp verme
alıştırmalarıyla geçti, ama ben rahatlamayı bırakın oldukça yoruldum. Bir kere
ilk yarım saat ayakta dikilip nefes alıp verdik, bir iki kol açma hareketi, o
kadar. Bu arada altımızdaki salonda dans dersleri başlamış, millet "1-2-3
hooopp!" sesleri eşliğinde dans ediyordu. Sonrasında 15 dakika kadar
sürecek olan yere çöküp yerde de nefes alıp verme alıştırmalarına başlamıştık
ki, bu sefer alttaki müzikli eğlenceye ek olarak yanımızdaki salonda sürmekte
olan toplantıdan hararetli bağrışlar yükselmeye başladı: "Olmuyor ama X Bey?!
Yapılır mı bu! Kabul edemem!", "Efendim boşverin, olan olmuş, ölen
ölmüş, kalan sağlar bizimdir...", "Hayatta kabul etmem, tekrar
oylayalım!", "Ara verelim!", "Bağırmayalım!", "Evet!",
"Hayır!"... Artık Hocanın o rahatlamış, derinden gelen sesini duymak
da iyice zorlaşmıştı benim için. Ben böyle nereye yoğunlaşacağımı şaşırmış
halde dersin bitmesini falan beklerken "artık son bölüme geçiyoruz, şimdi
rahatlama aşaması" dedi kadın ve yarım saat sürecek olan,
ayak parmaklarından, kafa tasının tepesine kadar tüm kemik isimlerini sayma
ritüeline başladık. Son 5 dakikayı da gözlerimiz kapalı, sırt üstü yerde
yatarak, konuşmadan geçirdik. Ben,
herkes öldü, uyudu ya da beni terk etti diye düşünmeye başlamıştım ki ders
bitti ve kendimi gecenin serinliğine attım. Yoga maceramda böylece bitti. Belki
gelecek hafta alt katta zıplayıp hoplayan dans ekibine katılırım.
Cenevre'den
haberler, böyle... Şimdilik tekrardan uyum sürecine girmiş gibi hissediyorum
kendimi. İlerleyen günlerde, derslerdeki performansım üzerinden anlarım artık
uyum sürecinin geçip geçmediğini.
0 yorum:
Yorum Gönder