19 Eylül 2012 Çarşamba


Eylülün 15 gibi İstanbul'dan Cenevre'ye geri döndük. Bir haftalık kısa ama sıcak bir tatilin ardından (bkz. Fethiye, Kaş vb... Onu da ayrıca kaleme almak lazım) İstanbul'dan Cenevre'ye dönmek, sonbaharı yaşamadan, yazdan kışa atlamak demekmiş... Geldiğimiz gibi çıkardık yorganları. Gündüzler öyle aman aman soğuk olmasa da, geceleri yorgan örtülüyor. Böyle giderse bir yorgan daha satın almamız gerekecek.

Cenevre'ye gelince mevsimlerin hızı hayata da yansıdı. Her ne kadar Cenevre pek hayat dolu olmasa da (İstanbul'daki o kalabalığa tekrar alıştığım 15günden sonra), gerek üniversitede derslerin başlaması, gerekse tekrar yemek
pişir, ütü yap telaşı başladığından olsa gerek hayat da daha hızlı akmaya başladı.

Bu arada elbette yeni sezonun açılmasıyla birlikte havaya giren ben, sosyal aktivitelere de el atmaya karar verdim. Ancak bir kaç ay önce taşındığımız yeni evimizin (malum Cenevre'de yer bulmak, bulsak bile aynı yerde sürekli kalmak zor) üniversiteye pek yakın olmaması sebebiyle, bu sefer evin yakınlarda birşeyler aramaya karar verdim. Nitekim buldum da... Yoga! Hep bi merak vardı içimde, gitsem, yapsam etsem, rahatlasam falan. İşte tüm bu gazla gittim pazartesi günkü ilk yoga dersime. Ama açıkçası 1 saat 15 dakika boyunca gözlerim kapalı bir şekilde (ki itiraf ediyorum arada açıyordum Fransızca söylenen herşeyi doğru anlayıp anlamadığımı kavramak, sakat bir hareket yapmamı engellemek için) nefes hareketli yapmak, neredeyse kıpırdamadan durmak beni pek açmadı. Ya ben kafamda çok büyütmüştüm, ne olduğunu çözememiştim. Ya da burada yoga çok daha farklı bir kavram. Gerçi gördüm ki ders sonunda tek sıkılan ben değildim. Hocanın yanına gidip 'biraz müzik mi eklesek?' diyenler de çıkmadı değil. Ancak kabul görmedi teklifleri.

Dersin tek yararı, Türkçe isimlerini bile bilmediğim pek çok kemiğin, Fransızca isimlerini öğrenip öğrenmediğimi test etmem oldu. Artık burun kanadından, kuyruk sokumu kemiğine, yok efendim ayak tarağından, hipotalamusa kadar ne ararsanız...

Öte yandan söylemeden geçemeyeceğim, dersin 1 saati rahatlama ve nefes alıp verme alıştırmalarıyla geçti, ama ben rahatlamayı bırakın oldukça yoruldum. Bir kere ilk yarım saat ayakta dikilip nefes alıp verdik, bir iki kol açma hareketi, o kadar. Bu arada altımızdaki salonda dans dersleri başlamış, millet "1-2-3 hooopp!" sesleri eşliğinde dans ediyordu. Sonrasında 15 dakika kadar sürecek olan yere çöküp yerde de nefes alıp verme alıştırmalarına başlamıştık ki, bu sefer alttaki müzikli eğlenceye ek olarak yanımızdaki salonda sürmekte olan toplantıdan hararetli bağrışlar yükselmeye başladı: "Olmuyor ama X Bey?! Yapılır mı bu! Kabul edemem!", "Efendim boşverin, olan olmuş, ölen ölmüş, kalan sağlar bizimdir...", "Hayatta kabul etmem, tekrar oylayalım!", "Ara verelim!", "Bağırmayalım!", "Evet!", "Hayır!"... Artık Hocanın o rahatlamış, derinden gelen sesini duymak da iyice zorlaşmıştı benim için. Ben böyle nereye yoğunlaşacağımı şaşırmış halde dersin bitmesini falan beklerken "artık son bölüme geçiyoruz, şimdi rahatlama aşaması" dedi kadın ve yarım saat sürecek olan, ayak parmaklarından, kafa tasının tepesine kadar tüm kemik isimlerini sayma ritüeline başladık. Son 5 dakikayı da gözlerimiz kapalı, sırt üstü yerde yatarak, konuşmadan geçirdik.  Ben, herkes öldü, uyudu ya da beni terk etti diye düşünmeye başlamıştım ki ders bitti ve kendimi gecenin serinliğine attım. Yoga maceramda böylece bitti. Belki gelecek hafta alt katta zıplayıp hoplayan dans ekibine katılırım.

Cenevre'den haberler, böyle... Şimdilik tekrardan uyum sürecine girmiş gibi hissediyorum kendimi. İlerleyen günlerde, derslerdeki performansım üzerinden anlarım artık uyum sürecinin geçip geçmediğini.

0 yorum:

Yorum Gönder