19 Eylül 2011 Pazartesi

       ERASMUS  macerama başlarken, günün birinde yüksek lisans için de Cenevre’ye döneceğimi kesinlikle tahmin edemezdim.


Bir aydır tekrardan Cenevre’ye gelmiş olmanın heyecanını yaşıyorum. Malum, insan oturma iznini almadan
rahat edemiyor, sürekli bir “Acaba kovacaklar mı ülkeden?” hali söz konusu. Neyse ki üniversiteye kaydımı yaptırdım, kart için de başvuruda bulundum.

 Cenevre’ye adımımı atalı tam iki yıl olmuş. Buralara uğramayalı da 14 ay...  14 aydır Cenevre’ye uğramışlığım yok, ama öyle monoton bir şehir ki hiçbirşey değişmemiş.  Herşey eski yerinde; mağazalar, otobüs durakları, otobüs numaraları... herşey aynı. (Bi’ değişe değişe İsviçre Frank’ının değeri değişmiş halde, o da yerinde saysa olurdu benim açımdan.) Bir bakıma iyi tabii, elimle koymuş gibi buluyorum herşeyi, tekrardan şehri keşfetmeme gerek yok; ama bir yandan da kötü. Bir kere insan düşünüyor “1,5 yılda bu şehirde hiçbirşey değişmemiş... Fiyatlar aynı, mekanlar aynı... Kardeşim ben ne yapacağım böyle monoton şehirde ?!...” Hele bir de İstanbul gibi büyük bir şehirden geliyorsanız vay halinize. İstanbul’u düşünelim mesela, bir haftalığına bir yerlere tatile gidin, sonra dönünce bir bakarsınız herşey değişmiş. Sokağınızdaki mağazaların kapanıp açılmasından, sokağın trafik yönünün değişmesine kadar. Evinizi yerinde bulduğunuza şükredersiniz.

Cenevre’nin iyi tarafları da yok değil hani. Bir kere bu monotonlukta insan kendini başka arayışlara itiyor. Spor, kültürel aktiviteler... ya da yemek yapmak mesela. Dediğim gibi, burada ne bir Taksim var, ne de bir Moda. “Ah haydi şehir merkezine gideyim” desem, merkezde yapacak birşey yok. Şu sıralar mahallede de turlayamıyorum; çünkü daha oturma iznim gelmedi ve ola ki Fransa tarafına geçersem (ki aşağıdaki resimden de anlaşılabileceği üzere çok uzak değil. Bkz. En basitinden dağlar Fransa’da bulunmakta) bir daha İsviçre’ye giremiyorum. Sınır diye birşey olmadığı için de neredeyim pek bilemiyorum.  


O yüzden kendimi yemeğe verdim. Mesela sarma, mesela köfte... Ama Rösti’de yaptım. 



Rösti için patatesli olmet ya da mücver diyebiliriz; ama yumurta yok içinde. Kendisi geleneksel bir İsviçre yemeği. Normalde sadece patates, yağ ve tuz ile yapılıyor. Ama ben içine soğan, maydanoz, karabiber ve kaşar peyniri de koydum.

Orta büyüklükteki 2 ya da 3 patatesi, kabuklarını soyduktan sonra rendeliyoruz. Sonra rendelenmiş peynir ve rendelenmiş yarım soğan ile maydanoz, karabiber ve tuzu ekliyoruz.
Üzerine zeytinyağı döktüğümüz tavanın üzerine bu karışımı yayıyoruz. Kısık ateşte pişirmeye başlıyoruz. Bir tarafı kızardıktan sonra (ortalama 15-20dk sürdü) bir tabak yardımıyla çevirip diğer tarafını da kızartıyoruz. Bu kadar :P (Soğan koymasanız da olur, biraz ağır oluyor tadı.)
Yalnız, tarifin aslında patatesleri bir gece öncede yarım haşlayıp, buzdolabına kaldırmamız gerektiği, ertesi gün çıkartıp rendelemiz gerektiği yazıyordu. Bilginize.

Buradaki diğer hobim böcek fotoğrafçılığı. Aslında böyle bir hobi edinmeyi aklımın ucundan bile geçirmiyordum; ama haşereler çok ısrar ediyor. İlle de beni çek diyorlar. Bi’ arı geliyor, bi’ çekirge, kelebeklerin haddi hesabı yok; resmen evi paylaşamıyorlar. Ben de onlarla kavga etmek yerine, barış imzalamaya karar verdim. Böylece onlarda bana poz veriyor...






0 yorum:

Yorum Gönder